Dünya, evimiz. Okyanuslar, topraklar, hayvanlar, bitkiler ve insanların barındığı eşsiz bir gezegen. İnsanlık onun gibisini henüz keşfedemedi fakat her geçen gün bu yöndeki araştırmalar çoğalıyor. İnsan, türünün devamı için başka bir gezegen arıyor çünkü gezegenimiz ya insan eliyle ya da doğal yollarla yok olacak.

Gezegenlerin doğuşu ve ölümü

Dünyanın içinde olduğu galakside,  geceleri gökyüzünü aydınlatan, bazıları güneşten bile büyük ve parlak bir çok gezegen olduğunu biliyoruz. Hepsi aslında birbirine bağlı ve kaderleri az çok aynı. Bazıları zaman içinde gelişiyor fakat gelişimleriyle birlikte kaosla yüzleşiyor, bu sebeple de gelişimlerini tamamlayamıyorlar. Yalnız bir tanesi, Dünya, gelişimini tamamlayabildi ve canlı yaşamı bu sayede başladı.

Peki dünya neden eşsiz? Çünkü solar sisteminde “yaşayan” diye adlandırabileceğimiz tek gezegen Dünya. Bu sistemdeki bütün gezegenlerin ve ayların aynı maddelerden oluştuğunu biliyoruz.  Karbon, oksijen, nitrojen ve demir. Buna rağmen hali hazırda bildiğimiz, gezegenimiz gibi değişik seslerin bir arada duyulduğu, farklı canlıların görüldüğü, binlerce değişik kokunun koklandığı bir gezegen yok. Bu sebeple insanlık bize benzeyen gezegenlerin veya canlıların var olup olmadığını araştırmak istiyor. İşte burada insanın merak faktörü ve arayışı devreye giriyor. İnsan daha fazla öğrenmek için kardeş gezegenlere uzay araçları yolluyor ve onları araştırıyor. Böylece bize benzeyen diğer üç gezegenin yani Merkür, Venüs ve Mars’ın eskiden bizim gibi özellikler barındırdığını, zamanla bu özeliklerini kaybettiklerini ve gelişimlerini tamamlayamadıklarını öğreniyoruz. Aslında bu durum Dünya’nın doğal yollarla da yok olabileceği düşüncesini kanıtlanıyor. İleride onların yaşadığı değişikliklerin gezegenimizin de başına gelebileceğini öngörüyoruz.

İnsan faktörü Bilim Kurgu Edebiyatının Katkısı

Dünya bir şans ve mükemmel derecede karmaşık bir düzenin yaşayabileceğinin tek kanıtı. En küçük bitkiden, en büyük hayvana mükemmel bir biçimde işleyen bir sistem. Peki insan ne yapıyor? Yaşadığı gezegeni merak ediyor ve daha fazlasını öğrenmek istiyor. E tabi ona zarar da veriyor. Çünkü gezegenimiz bir bakıma bilinmezliğin ortasında yaşıyor. Bu eşsizliğin ortasında en üzücü konu, dünyaya dair merakımız bu kadar yoğunken, ona zarar vermemiz. İnsanlık olarak dünyayı, geri dönülmez bir çıkmazdan çıkarabilecek bir gücümüzün olduğunu söylemek güç. Kaldı ki bu amaç adına, insanlar olarak birbirimize karşı umudumuzu da kaybettik. Bireyler olarak birbirimize bu kadar zarar verirken, birbirimizin değerini bilmezken doğayı ve dünyayı nasıl koruyabiliriz? Bütün bu sebepler, insanı diğer gezegenleri arama ve araştırmaya itiyor.  Son on senede insanlık uzay hakkında çok fazla şey öğrendi ve her geçen zaman da yeni şeyler öğrenmeye devam ediyor. Bu konu hakkındaki düşüncelerin ve varsayımların beslendiği en önemli zeminlerden birisini ise bilimkurgu edebiyatı oluşturuyor.

Bilim kurgu edebiyatının önemli kalemlerinden Ray Bradbury, uzay ve gezegenler hakkında henüz çok az şey yapılırken, bilimkurgu kitapları çıkartmış bir yazar Şu an okumakta olduğum, Bradbury tarafından kaleme alınmış Mars yıllıkları kitabı, Mars hakkında oldukça fazla bilinmezlik varken, yeni şeyler öğreten bir kitap. Uzay bir gizem olduğu için bilinmezlik varken insanlar uzay ve uzaylı kavramından hep korkmuştur. Medya günümüze dek hepimizin bildiği bir uzaylı profili çizmektedir. Bu profile göre, uzaylı, yeşil, garip formlu, üç dört tane göze sahip, insana zarar verme kapasitesi olan, dünyayı istila etmeye gelen canlıdır. Bradbury bu yaklaşımı yıkıp eserinde insanın Marsa zarar verdiğini ve onu kirlettiğini anlatıyor. İnsan kendi gezegenini mahvettikten sonra Mars’a seferler yaparak yavaş yavaş orayı istila edip sonucunda oraya yerleşiyor. Kötü karakter de böylece insan oluyor. Bradbury bu bağlamda aslında bir tabuyu yıkıyor.

Mars yıllıkları

Kitap 1950’de yayınlanıyor. Günümüzde Marsın görüntüsüne ve videolarına rahat bir şekilde erişebiliyoruz fakat kitabın çıktığı vakitlerde Mars’ın tek bir fotoğrafı bile yok. İnsanlık Mars’ın ilk fotoğrafını 1975’de, Mars’ın yüzeyini araştırmak için gönderilen Viking 1 sayesinde görüyor. Bu dönemlerde bir Marslı korkusu olduğunu söyleyebiliriz. Henüz 1930’larda, Orson Welles, radyo tiyatrosu için,  H. G. Wells’in yazmış olduğu Dünyalar Savaşı romanını seçiyor. Roman Marslıların dünyayı işgalini anlatıyor. Radyo programını bütünüyle dinlemeyen insanlar ise anlatılan hikayenin, gerçek olduğuna inanıyorlar ve bir kaos ortamı oluşuyor. Bu tabloya bakınca Ray Bradbury’nin kitabının bazı duvarları yıkma niteliğinde olduğunu görüyoruz.

Bradbury’nin kitaplarında genel olarak negatif duygular olduğunu ve insanı suçladığını söyleyebiliriz. Belki de bu yüzden kitapları daha çekicidir. Okuyucusu insanlığın sonunun gerçekten onun kitaplarındaki gibi olabileceğine inanır, kendisini, insanlık ne yaptı diye sorarken bulur. Bu sorunun bir sürü cevabı vardır: Savaşmıştır, öldürmüştür, tecavüz etmiştir zarar vermiştir. Evrende bilinen akıllı tek canlı olan insandır fakat insan aklını yararlı şeyler için kullanamamaktadır. Sözde gelişir, bilim sürekli ilerler ama o bilim nasıl ilerler? Doğaya, hayvanlara zarar vererek. Problem aslında belki de budur. İşte bu yüzden Dünya’nın sonunun insanın elinden gelebileceği muhtemeldir. Bireyler o zararı minimuma indirmek için, bireysel çabalarla ellerinden geleni yapsalar da genele baktığımızda çoğunluk bu çabanın kıyısından bile geçmemektedir. Belki de bu yüzden çoğu kişinin insanlığa karşı umudu kalmadı. Tıpkı Bradbury gibi: 

“Eğer insan zararsız olsaydı, elleriyle boğamazdı.”

Bizler, ellerimizi yardım etmekten çok zarar vermek için kullanıyoruz. Bradbury bu yüzden haklı. Kitabında insanın hareketlerini neden ve nasıl yaptığını, insanın ne kadar acımasız olabileceğini gözler önüne seriyor. O meşhur hayatta kalma içgüdüsünün aslında canice bir şey olduğunu herkese kanıtlıyor. Bu içgüdüyü herkes bilir, ölme riski altında insanın neler yapabileceğini de. Bilim, bunun insanın doğasında olduğunu söyler, insan bu içgüdüyü bahane olarak kullanarak zarar verir, kendisinden farklı olandan korkar. Açıklayamadığından, kendinden farklı görünen veya farklı düşünenden de. Bu yüzden her zaman bu insanlara veya düşünce sistemlerine karşı agresif oluruz. Kitapta da olan budur. İnsanlık Marslıların onlara zarar vermesinden o kadar çok korkar ki, durup düşünmeden karşı atağa geçer. E tabi Marslıların da eli armut toplamaz. Dünya’dan Mars’a yapılan bu yolculuklarla, Dünyalıların Marsı nasıl geride bıraktıkları gezegene dönüştürdüğünü görürüz. Eserde tasvir edilen Marslılar belli bir gelişmişlik düzeyine ulaşmış canlılardır. Mesela zihin okuyabilmektedirler. Kısacası Mars’ta el değmemiş güzellikleri insanlar yıkmaktadır ve kendilerine uygun hale getirip oradaki canlıları katlederler, bunun sebebi de başkasının toprağında olduğunu unutup, daha fazlasını istemektir. Tarihimize dönüp baktığımızda sizce de tanıdık hikayelerden değil mi bu hikaye?

”Biz dünyalılar, büyük ve güzel şeyleri yıkmak konusunda hünerliyizdir.”

”Dünya yok artık. Gezegenler arası yolculuk asırlar boyunca mümkün olmayacak, belki bir daha asla. Ama o yaşam biçimi, yanlış olduğunu kanıtladı ve kendi elleriyle boğdu kendini.”

Bradbury genel olarak insanı bu acımasızlığı ve caniliği ile eleştiriyor. Hatta zaman zaman utanç hissetmeye bile sebep oluyor. Değişim aslında burada başlıyor. 

Kitapta dikkatimi çeken bir başka detay ise Dünya’dan gelen astronotların ölen akrabalarını Marsta canlı bir şekilde görmeleri oldu. Ölen akrabalarını canlı görmeleri sanrı şeklinde oluyor. Bu sayede astronotlar çok mutlu oluyorlar ve Marslılar tarafından bir süre kandırılmış oluyorlar. Bu noktada, Bradbury insanlığı duygusallığı üzerinden eleştiriyor.

“Eğer gerçeğe sahip olamıyorsan hayal de onun kadar iyidir.

“Bir adamı kandırmanın, kendi ana ve babasını yem olarak kullanmaktan daha iyi bir yolu var mıdır?”

Kitap, yazarın Fahrenheit 451’den sonra okuduğum ikinci kitabı. Her şeyden önce Ray Bradbury’ye olan hayranlığım nedeniyle bu kitabı herkese önerebilirim. Kitabı okurken dikkat edilmesi gerektiğini düşündüğüm en önemli şey; bugünkü Marsa bakışımız ve anlayışımız ile bu kitabı okumamak gerek. Kitap yazarın hayal ettiği dünya üzerinden insanlığa dair mesajları ile ilerliyor. Bu yüzden ufku genişleten bir kitap. Dünya kompleks bir gezegen ve biz insanlar bildiğimiz kadarıyla ulaşılan en üstün canlı formuyuz. Bu kadar iyi bileşenler bir araya geldikten sonra buna şükretmemiz gerekirsen vurup kırıyoruz. Eğer bir kurtuluş varsa bu kurtuluş ancak okumak, düşünmek ve eleştirmekle mümkün. Ama bunları yaparken de iyi insanlar olmaya çalışıp, çevremizdeki güzelliklere saygı duymayı öğrenmeliyiz. Kurtuluşu başka bir gezegende aramamalıyız.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks