Deneme

Ve da, ayrı yazılır bazen…

By

Ocak ayında hayatta en sevdiğim insanlardan birini kaybettim. Ölümle yüzleşebilmenin yollarını ararken modern insanın ölümü neden kabullenmekte zorladığını düşündüm. Öleceğine hiç inanmamıştım, hala inanmıyorum. Sanki hiç gitmemiş, kapıdan girecekmiş, bana seslenecekmiş gibi hissediyorum. Vedalaşabilmek için bir arayış içindeydim. Bu yazı, canım eniştem, Serkan Abi’min anısına…

Ölüm üzerine düşündüğüm bu dönemde ilginç bir haberle karşılaştım. Beyin kanseri nedeniyle hayatını kaybeden 2 yaşındaki Matheryn ailesinin kararıyla gelecekte diriltilmek üzere dondurulmuş. Küçük kızın babası Dr. Sahatorn Naovaratpong, gelecekte laboratuvarda yeni organlar yaratma imkanlarının artmasıyla hayata dönme şansının olduğunu söylemiş. Alcor Life Extension Foundation, Amerika’da ölümcül hastalığa yakalanmış insanların dondurma talebini yerine getiren bir kurum. Bu kurum, biyolojik çürümeyi engellemek için bedenleri bir tür derin dondurucuda yıllarca saklıyor. Gelecekte tıp daha fazla geliştiğinde ve yeni tedavi yöntemleri bulunduğunda yeniden hayata döndürülmek için bedenler donduruluyor. Elbette, bu çok yaygın bir yöntem değil ancak bu haber bana “günümüz insanı ölümü kabullenmekte geçmişe nazaran daha çok zorlanıyor olabilir mi?” sorusunu düşündürüyor. Günümüz teknolojisinin, modern toplum üzerinde yarattığı bir etki olabilir mi?

Ölüm yaşamın bir parçası olarak nitelendirilirken, bizler için ölümü kabullenmek zordur. Ölüm biyolojik olduğu kadar toplumsal, sosyolojik ve kültüreldir. Ölümün yarattığı bilinmezlik bireyleri endişelendiriyor. Bauman’a göre, ölüm aslında endişe edilmemesi gereken bir olgudur çünkü insanların kendi ölümlerini deneyimlemeleri mümkün değildir. Ölüm duygusu ile baş etmeye çalışan insanlar çeşitli stratejiler geliştirir. Bu stratejiler dönemin koşullarına göre değişir. Modern dönemde, bu stratejilerden biri ölümü reddetmektir. Gündelik yaşantımızdan uzaklaştıkça bizlerin başına gelmesi ihtimallerimiz dahiline katılmaz. Ölümü hayattan uzak tuttukça ölüm zamansız bir hale gelir. Her ölüm, “zamansız ölüme” dönüşür. “Çok zamansız gitti… ölmek için henüz çok gençti… ölmek ona yakışmadı…” gibi söylemlerle gündelik hayatımızda sık sık karşılaşırız (Ünal, 2011). Öte yandan, geleneksel yaşamda insanlar günümüz toplumuna göre ölümle daha barışık olduğu gözlemlenir. Mezarlar evlerin yanıba-şında yer alıyordu. Eşler, çocuklar ve diğer aile bireylerinin hayatlarının içinde yer alıyordu. Modern yaşamda ise mezarlar olabildiğince şehrin uzak çeperlerine yapılıyor. Ölüler de tıpkı hastalar, deliler ya da suçlular gibi gözetim altına alınıyor. Ölüyü uzak tutarak, ölümün de zihinden uzak tutulacağı düşünülüyor. Bauman, ölümü Foucault’un “biyopolitika” kavramı ile analiz etmektedir. “Biyopolitika” kavramı bedenin denetim altına alınmasıdır. Sağlık düzeyi, yaşam süresi, doğum ve ölüm oranlarına odaklanarak, yaşamı kaliteli kılmayı amaçlayan bir iktidar biçimini anlatmaktadır (Foucault’dan aktaran Özoran ve Mermer). Özellikle günümüz çocukları ölüm olgusundan uzak büyütülüyor. Cenaze ritüellerinden ve mezar ziyaretlerinden uzak tutuluyor. Bu yüzden, çocuklar ölüm olgusuyla ilelerleyen yaşların-da tanışıyor. Ölümü bir tür “sosyal izolasyon” olarak da görmek mümkün olabilir. 20. yüzyıl ve öncesinde, günümüze kıyasla, aile yapılarında farklılık gözlemlenir.Bu dönemde, geniş aile yapıları ile daha sık karşılaşabiliriz. Bu aile yapısında birçok üye vardır ve geniş akrabalık bağları ile varlığını sürdürür. Bu dönemlerde, bireylerin yalnız ölmesi daha az karşılaşılan bir olguydu çünkü geniş aile yapısı daha fazla gözlemleniyordu. Modern dönemde ise, aile yapıları küçülmüş ve bireylerin daha fazla yalnız yaşamaya başladığını söyleyebiliriz. Bu nedenle, hastanelerde ya da huzur evlerinde ölümlerle daha sık karşılaşıyoruz. Buna bağlı olarak, ölümün izole edilmesi, ölümü kabullenişimizi de zorlaştırıyor olabilir çünkü bireyler yalnız ölür. Bu durum aynı zamanda ölümü hem kurumsallaştırmakta hemde mekan-sallaştırmaktadır. Ölümler, hastane veya huzurevi gibi kurumsal mekanlarda gerçekleşebilir. Örneğin, huzurevi gibi bakım desteği veren mekanlar ev ortamına uygun tasarlanır. Bu ihtiyaç, insanların “tıpkı evlerinde yaşıyormuş” gibi hissetmesi için yapıldığını söylemek mümkün olabilir. Bir mekana olan aidiyetlerimiz, ölümün bilinmezliğine dair yaşadığımız endişelerimizi azaltabilir.

Modernite ile birlikte ölüm gittikçe geciktirilmeye başlar. Eski zamanlarda, birçok hastalığın tanısının konulamaması ve tedavi edecek herhangi bir ilacın bulunamaması ölüm yaş ortalamalarını etkilemek-teydi. Modern tıp ile birlikte pek çok hastalığın çözümü bulunmaya başlanıyor ve ortalama yaşam süresi her geçen gün artıyor. Bu gelişmeler eşliğinde, bireylerin ezeli ölümsüz arzuları yeniden alevle-nir. Ölümle savaşmak için formda kalmak, egzersiz yapmak, beslenme şekline dikkat etmek, lifli yiyecekler yemek ve yağlı yiyeceklerden uzak durmak yerine getirilebilir görevlerimiz olur. Bu görevler, ölüm sorununu tamamıyla başa çıkılabilir bir sorun olarak yeniden tanımlanır (Bauman’dan aktaran Özoran ve Mermer). Modern toplum içinde, sağlıklı ve güzel görünüm, haz alınacağı düşüncesi ile satılabilir bir meta olarak pazarlanıyor. Bu yüzden, iyi görünmek ve bedeni korumak tüketim kültürü-nün önemli bir ögesi haline geliyor.( Featherstone’dan aktaran Nazlı, 9). Modern beden, “tüketen” bir bedene dönüşür. Tüketim kültürünün içinde yaşayan modern beden haz arar. Bedeni “uygun” tutma çabası tıbbi- teknoloji alanlarından yararlanmayı da sağlıyor. Yaşlanma karşıtı uygulamalar, anti-aging kremler, medikal tedaviler, estetik operasyonlar, vitamin ilaçları vb., ölümle baş edebilmenin yollarından biri olarak ortaya çıkıyor. Yaşamı kendi kontrolünde tutmak isteyen bireyler, günlerinin çoğunu spor salonlarında ve hastanelerde geçiriyor. Yaşlanmaya karşı duyulan bu direncin nedeni yaşlılığın çoğu zaman ölüme yakınlıkla ilişkilendirilmesi yüzünden olabilir. Yani, yaşlılıktan uzak durmak ölümden uzak durmak anlamına geliyor. Ancak burada bir ikilik olduğunu düşünüyorum. Bir taraftan ölümün zamansızlığını düşünürken diğer taraftan yaşlı insanların ölüme yakın olması bir çıkmaz oluşturuyor. Ölen kişi hangi yaşta olursa olsun zamansız gidişinin yarattığı ölümü reddetme hali ve “zaten yaşlıydı” söylemleri düşünmeye değer başka bir tartışma içeriyor olabilir.

Modern beden, tıbbın denetimini kabul etmektedir çünkü tıbbın mutlaka çözüm bulacağına inanılmaktadır. Tıbba karşı duyulan koşulsuz güven sayesinde pek çok tedavi biçimi kabul edilir. Ölüme karşı koymak amacıyla, organ nakilleri yapılır veya ölüm döşeğindeki hastalara palyatif tedavi gibi medikal tedaviler uygulanır. Palyatif tedavi, ölüm döşeğindeki hastaların ağrılarını hafifletmek ve belkide bir kaç gün daha uzun yaşamasını sağlamak için uygulanıyor. Dünya Sağlık Örgütünün palyatif tedavi tanımına göre, kapsamlı bir değerlendirme ve tedavi ile hastaların fiziksel, psikososyal ve manevi semptomların giderilmesini, aynı zamanda ailenin, bakım verenlerin desteklenmesini ve acılarını hafifletmesini amaçlar. Yaşam süresinden çok yaşamın kalitesi ile ilgilenir. Ölüm yaklaştıkça hastayı ve aileyi rahatlatıcı önlemler yoğunlaştırılır ve hastanın kaybından sonra palyatif bakım ailenin yas süre-cince desteklenmesine odaklanır. Tabiri caizse, yaşamın kıyısında olan öznenin, acılarını hafifletmeyi hedefleyen bu tedavi biçimidir. Ölüm sonrasında ise, ailenin veya yakınlarının acılarını hafifletmeyi hedeflemektedir. Ölüm modern tıp tarafından tanımlanır ve tıbbileştirilir. Bazı eleştirmenlere göre, teknolojik zorunluluğun egemen olduğu sistemde yaşamın uzatılması sağlık hizmetlerinin tanımı ve amacıdır (Zimmermann ve Rodin, 2004). Bu teknolojik zorunluluk ölümün reddi ile ilişkilidir. Cicely Saunders’a göre, hastanın durumu kötüye gittiğinde ve geri döndürülmemesi gereken bir aşamada palyatif tedavi uygulanması iyi bir tedavi değildir. Saunders, palyatif tedavi ile yaşamın uzatılmasından ziyade ölümün uzatıldığını iddia ediyor. Bu durum, aynı zamanda ölümün doğallığını da kabul etmeyi zorlaştırıyor olabilir mi? Elbette, bu durum hastayı acılar içinde bırakmak anlamına gelmemelidir. Ölmekte olan hastayı acılar içinde bırakmak iki yüzlü bir davranış biçimi de olabilir. Palyatif tedavinin bir vehçesinin ölüm döşeğindeki hastanın yakınlarını hazırlamak olduğunu, yukarıdaki palyatif tedavi tanımda belirtmiştim. Aile ve yakınlarının vereceği tepkilere karşı bir takım hazırlıkları içermektedir. Bu hazırlıkların temel amacı, artık geri dönüşü olmadığını ve aile bireylerinin kendilerini hazırlaması için yapılıyor. Ailenin ve yakınlarının acılarını dindirmek için yapılan bu uygulama bir taraftan eleştirel bir perspektif sunuyor. Hasta olan birey özne olarak kabul edilirken, ölüm sonrasında özne değişiyor. Yani, özne dönüşme giriyor ve hastanın ailesi ve yakınları özne konumuna geliyor. Yani, beden ölmüştür ve artık ölü beden için yapılacak bir şey kalmamıştır. Değişen öznelerin üstünde tedavi devam etmektedir. Beden denetimi, başka bedenler üzerinde faaliyetlerine devam eder. Yas sürecinde olan aile ve yakınları çeşitli tedavi biçimlerine yönlendirilir. Böylece, yas süreci de tıbbileştirilir. Yas sürecindeki öznelere, acı ile nasıl baş edebileceklerini öğrenmeleri için psikolojik ve tıbbi destek önerilir. Değişen öznelere rağmen beden denetim altında tutulur. İktidar mekanizmaları, acıyı ve yas sürecini tanımlar. Böylece, nasıl acı duyulacağı ya da nasıl davranılması gerektiğine dair söylemler ortaya çıkar.

Sahip olduğumuz bedenlerde, bir defa yaşayacağımız inancı ile endişe içinde yaşıyoruz. Hayatımızda mümkün olduğunca hayallerimizi ve hedeflerimizi gerçekleştirmek için uğraşıp duruyoruz. Her gün bir şeyler kazanıp, bir şeyler kaybediyoruz. Para kazanmak için saatlerce çalışıyoruz. Sayılı günlerimizi, saatlerce trafikte harcıyoruz. En lezzetli yemekleri yemek istiyoruz. Tatillere gitmek istiyoruz. Ölümün varlığını unutmaya çalışıyoruz. Ölümü engelleyebileceğimize inanmak istiyoruz. Hasta olduğumuzda ilaçlar içiyoruz ya da hasta olmamak için sağlıklı yaşamaya çalışıyoruz. Yaşamda kalmaya devam edebilmek için bütün yolları deniyoruz. Ölüm, sanki bütün zıtlıkları içinde tutuyor. Bir taraftan ölümün varlığını reddediyoruz, diğer taraftan ölümün varlığını kabulleniyoruz. Ölüm bize hem çok uzak hem çok yakın. Ölümü henüz deneyimlememiş olsak bile, sevdiğimiz insanları kaybetmenin ne demek olduğunu biliyoruz. Ölüm içinde çok fazla özlem barındırıyor. Saatlerce, günlerce ve yıllarca özlemek…

Ve da, ayrı yazılır bazen : Öğretim Görevlisi Atanur Memiş’in dizeleri. Kendisine verdiği katkıdan dolayı teşekkür ederim.

Kaynakça:

Burcu, Esra, and Emel Akalın. 2006. Ölüm Olgusu Üzerine Sosyolojik Tartışmalar. Ebook. Ankara: Hacettepe Üniversitesi. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/345700.

Ertan, Mustafa Hakkı. 2012. Sosyolojik Açıdan Batman Ve Yöresindeki “Taziye Geleneği” Ve Bu Ge-leneğin Anadolu Taziye Kültürü İle Karşılaştırması. Ebook. Batman: Batman Üniversitesi. http://earsiv.batman.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12402/1516#sthash.NAGbmdEC.dpbs.

Habetürk. 2015. “Kanserden Öldü, Gelecekte Diriltilmek Üzere Donduruldu”, , 2015. https://www.haberturk.com/saglik/haber/1067551-kanserden-oldu-gelecekte-diriltilmek-uzere-donduruldu.

Nazlı, Aylin. 2006. Bedenin Ölümü: Modern Öncesinden Postmoderne Beden Ve Ölüm. Ebook. 16th ed. İzmir: Ege Üniversitesi Sosyoloji Dergisi. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/414770.

Zimmermann, Camilla, and Gary Rodin. 2004. The Denial Of Death Thesis: Sociology Critique And Implication For Palliative Care. Ebook. Canada: Health Network University and University of To-ronto. https://journals.sagepub.com/doi/10.1191/0269216304pm858oa.

“Ölüm Sosyolojisi: Hijyenik Ölümlerden Modern Ölüm Tipolojilerine”. 2015. www.Sdplatform.com. http://www.sdplatform.com/Dergi/889/Olum-sosyolojisi-Hijyenik-olumlerden-modern-olum-tipolojilerine.aspx.

Özarslan, Emrah. 2007. “Mezarlıkların Peyzaj Planlama Ve Tasarımı Açısından İncelenmesi: İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı Örneği”. Ph.D, İstanbul Teknik Üniversitesi. https://polen.itu.edu.tr/xmlui/handle/11527/3684

Özoran, Beris Artan, and Aytuğ Mermer. 2020. Bauman Gibi Ölümü Düşünmek: Wellness İle Ölü-mün Yapısalsökümün Haberler Üzerinden İncelenmesi. Ebook. Ankara: Selçuk İletişim. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/414770.

Ünal, Mehmet Süheyl. 2011. Zamansız Ölüm: Geleneksel Ve Modern Toplum Karşıtlığında Ölümün Yeri. Rize: Rize Üniversitesi. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/52278

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks