Röportaj

“YALAN YILLAR”: CAN KOZANOĞLU İLE MEDYA ÜZERİNE SOHBET

By

Üniversitede ikinci yılımızda, Can Kozanoğlu’ndan “Suç, Toplum ve Medya” dersini almıştık. Onu ilk o zaman tanımış olsak da hakkında fazla bir şey bilmiyorduk elbet. Hocamızın 2015’te yazdığı “Yalan Yıllar” kitabını okursak biraz daha fikir elde edebileceğimizi düşündük. Edindiğimizi de sanıyorduk. Kendisiyle Kalamış’ta bir mekanda gerçekleştirdiğimiz sohbetin ilk cümleleri kitabın “biraz yalan, biraz gerçek” olduğuydu. Ufak bir şoktan sonra sohbetimize tam anlamıyla başlayabildik…

— 

CK: Kitabın ana iskeleti doğru. Medya sektöründeki, gençlik dönemimdeki hayatımın genel çizgisi, çevre yapım, o çevredeki değişiklikler doğru. Zaten kitabın içinde geçen isimlerin de birçoğu doğru; ama bunların çevresinde gelişen bazı olaylar kurgu. Okuyucu istediğini kurgu, istediğini gerçek olarak görebilir. Bu bir oyun. 

Burhan ve Gülcan gibi karakterler de kurgu mu?

Mesela Burhan, 5-6 kişinin toplamının abartılmış hali olan bir karakter. Birbirlerine benzer ama ayrıntılarda farklı olan insanlar. İşin daha da içine girmeyeyim. Genelde medya dediğin şey böyle; istediğini gerçek olarak görüp, istediğini görmüyorsun. Televizyon izlerken bir anda “Bak aa ben demiştim!” diyorsun. Buradaki yalan yıllar olayı da o: İstediğini gerçek olarak gör, istediğini alma. Hem bazı yankı bulmuş olayları, hem de çevremden gerçek kişileri kitaba serpiştirince, bazı arkadaşlarım bile “Ya bu olay ne zamandı?” diye gelip bana sordular. O yüzden sizin sormanız da problem değil. Amaç da buydu. Ben de bundan en başlarda zevk alsam da kitap bir ara indirime girdi ve çok daha fazla kişiye ulaştı. Sonra gerçek olduğunu düşünenlerden tepkiler arttı ve ben de bundan rahatsız olmaya başladım. 

Kitapta kurduğunuz karakterin roman yazma amacı gerçekleşmiş o zaman?

Kitap çıktığından beri “Abi, umarım içine sinen bir roman yazarsın.” diyenler oldu, sanki kitabın içindeki tüm roman denemelerini yapmışım ve başarısız olmuşum gibi… Tamam, kötü yazarım ama o kadar da kötü değilim. Ben o dönem edebiyatta çıkan uyarlamalarla, kötü taklitlerle dalga geçeyim derken benim üzerime kalmış oldu. Kimse 10-20 roman yırtıp atmaz. Atsa da açık açık 30 sayfa bir hikayeyi, 50 sayfa başka bir hikayeyi yazdığını millete söylemez. 

Kitabı “başarısızlık hikayesi” olarak tanıtıyorsunuz. 

Herkes başarı hikayesi yazıyor. Bir kişi de başarısızlık hikayesi yazsın. Herkes ne kadar karakterli olduğunu yazıyor, biri de karaktersizliği yazsın. Son 4-5 yılda çevremdeki bazı kişiler de böyle başarı anı kitapları yazdı. Ben de ne kadar doğru bir şey yapmış olduğumu anladım. Bir tane de kaypak, çapsız insan anısı lazım dedim. O fedakarlığı da ben yaptım.

Kitabınızda gazeteciliği “başka yerden aldığım iki cümleyi doğru yerde, doğru zamanda, doğru üslupla satmak” olarak tanımlamıştınız. Sizce gazetecilik böyle midir?

Gazetecilik teorik olarak öyle değildir. Pratikte bazen öyledir, bazen değildir. Şöhretli gazetecilerin, kanaat önderi rolüne bürünmüşlerin çoğu öyle yapar. Bunların çoğunun haftadan haftaya fikirleri değişir. İnsanlar da bunu “Şuradan telefon geldi heralde.” diye yorumlar. Bazen çok şık bir laf bulurlar: “Sözün şehvetine kapılmak” denir ya hani… O sözü bir yazısında kullanır ve ona dayanır artık. Bazen başka bir yerden almak, çalmak hayatta çok işe yarıyor. Benimki gibi başarısızlık öyküleri bunu beceremeyenlerin.

Medyada başarı nedir ki hocam?

Kimisi için saraya çağırılmak, kimisi için uçağa binmek, kimisi için yolda tanınmak, kimisi için yolda yürürken çevrilip “Abi/abla, yüreğimin sesi oldun.” denmesi. Daha yaygın, benim anlattığım “eski Türkiye” medyasında para ve şöhret başarı sayılırdı. Aslında şu an medyayı eleştiriyoruz -haklı olarak- ama eskisi de çok sahip çıkacağımız bir şey değildi.

Yazdığınız çoğu olay, şu an için de geçerli. Bazı şeyler hala görmezden geliniyor.

Hakkını vermek lazım, 12 Eylül havasının dağılmasıyla, AKP’nin iktidar olmasının 5. senesi, 2007’ye kadar, şimdiye göre nispeten iyi bir dönem vardı. O zamanlar şikayet ediyorduk ama şimdi bakınca çok da fena değilmiş. Bugüne gelirsek; bugünün deyimiyle gazetecilik “tamamen sıfırlandı” diyemeyiz. Hala sesini çıkarıp kendine bir alan yaratabiliyorsun. Ama ana akım medya bitti. Geçen yaşanan depremden sonra, ben de sosyal medyada her kafadan bir ses çıkacağı için en azından bir yarım saat televizyona bakayım dedim. Uzun süredir haber izlemediğimi anladım. Açtığım kanalda da çok elle tutulur bir şey olmadığını görünce kapattım. Beklentimi karşılayacak bir şey olmadı. Onca yıl haber kanallarında çalışmış biri olarak, haberi alabileceğim bir yer bulamadım. Türkiye’nin koşullarından bağımsız olarak, değişen teknoloji de eski tarz televizyonculuğu etkiledi. Bazı yeni platformlar var. Ama onların da çok büyük toplumsal olayları yansıtmak için kaynakları yok. Para ve sermaye gerekiyor bir yerde. 

Ülkedeki siyasi yapı bir anda değişse, medya da bir anda kurtulmaz heralde? 

Medyayı da çok idealize etmemek lazım. “Sadece gerçeğin peşindeyiz! 8. teyit geldi mi! Bir tarafa %50.5 verdik, bu fark bizi bitirir!” demez kimse; ama daha iyi olur elbet. Gazeteciliğe çok söylendim ama şu an yaptığım işler hala gazetecilikle alakalı. Hiç başka iş yapsam mı diye de düşünmedim. Hiç reklam metin yazarlığı yapsam, Bodrum’da yat kiraya versem diye düşünmedim. Beyaz yakalılığı zaten saymıyorum. Orada da kendimizi kandırıyoruz aslında. “Biz gazeteciler normal beyaz yakalılardan farklıyız.” diyoruz ama durum pek öyle değil. Zaman içinde klasik ofis ortamı da değişti. Haber merkezleri eskiden daha samimiydi. Halay çekilen, güreşilen yerlerdi. İnsan kaynakları anlayışı değişti. Eskiden bunlara personel müdürü denirdi. İş alımını istihbarat şefi, gazeteciler, yayın müdürü yapar; işe alım işlemlerini de personel müdürleri yapardı. Sonra işe alımları da onlar yapmaya başladılar. Biz kendimizi farklı sanırdık. Bunlar geldi bize “Siz diğerlerinden çok farklı değilsiniz.” dedi. 

1987-2007 arası döneme döner miyiz tekrar?

Türkiye o kadar sürprizlerle dolu bir yer ki birkaç sene içerisinde şu ana göre çok daha nefes alınabilir bir yer olabilir ama medya eskisi gibi olamaz. Türkiye’den bağımsız bir değişim var orada…

— 

İnsanın kendi kitlesinden tepki görmekten korkması çok kötü bir şey, yoksa karşı taraftan görmeye zaten alıştık.

Karşı taraftan tepki görmek bir zevk de olabilir. Hatta, seni kendi çevrene karşı daha güçlü hale bile getirebilir. Bu son intihar olaylarından sonra çevremde çok kişinin yaptığı yorumları ben yapabilir miydim diye düşündüm. Mesela, başka bir gazeteci, bu vakalardan birinde alışılmışın dışında bir şey olduğunu yazdı. Çok ağır bir linç yedi. Türkiye’de çok ağır bir ekonomik kriz olduğu kesin ama insanlar bu yüzden de pat pat intihar ediyor değil. Ben bunu size burada yüz yüze anlatıyorum ama internette 140 veya 280 karakterde anlatamıyorsunuz. İnsanlar bir anda sizi yandaş, yalaka ilan ediyor. İnsan işine gelince inanır, işine gelmeyince inanmaz.

İnsanlar bir olayı tamamen kendi görüşüne göre yorumlamaya başladı. 

Eskiden, herhangi bir olayın ufacık bir karesi için deli olabileceğimiz görüntüleri, her gün internette dönmeye başladı. Kavga, dövüş, cinayet görüntüleri… Herkes aynı görüntüyü izleyip çok farklı yorumlar yapıyor. Çıplak olgular bile çok farklı gözlerle görülüyor. Ben, hakikat konusunda post-modernist görüşe sahip biri olmasam da hakikat bizim baktığımız yerden gördüğümüz hadise. Futbolda da aynı pozisyon tartışılır, 20 milyon “taktı”, 20 milyon “takmadı” der; bu tartışmadan birkaç uyanık da bundan bilmem kaç bin dolar kazanır. Sosyal medyada da bazen takipçi, bazen para kazanırsın. En prestijli anında bir hata yapar, kendi kitlenin önüne düşersin. 


Can hocayla, Türkiye gündemini işgal eden konulardan, günlük dertlerimize kadar bu yazıda yer bulamayacak birçok konuya daha değindik. Uzun süredir görmediğimiz bir hocamızla sohbet etme olanağı güzel olduğu kadar, bizim için şaşırtıcı detaylara da sahipti. Hem Can Kozanoğlu’nu biraz daha tanımak istiyor, hem Türkiye medyasının 1980-2015 arasında geçirdikleri hakkında fikir sahibi olmak istiyor, hem de bunları sizi sıkmayan bir kitapta bulmak istiyorsanız “Yalan Yıllar”dan daha iyi bir kitap aklımıza gelmiyor. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks