Deneme

Tanpınar, Huzur, Arayış

By

“Yeni ile, garp ile meselemiz
sadece akan bir nehre sonradan eklenmekle kalıyor.
Halbuki su değiliz; insan cemaatiyiz.”

Tanpınar’ın eserlerinde maziyle ilişkilenme ve yaşanan zamana nasıl ve ne şekilde tutunulacağı temalarıyla sıkça karşılaşırız. Tanpınar’ın karakterleri ele alış biçiminde hep bu gelgitlerle baş etme hali vardır. Geçmiş ve gelecek hakkında en çok endişe eden, bu konuları kendisine belki de en çok dert edinen kahraman Huzur’daki Mümtaz’dır. Galatasaray Lisesi’nde eğitim görmüş bu genç adam, Baki’yi, Nef’i’yi, Naili’yi, Nedim’i, Galib’i, Dede gibi isimleri okuyor aynı zamanda Baudelaire, Mallarme ve Nerval’i okuyordu.* Mümtaz’ın edebi zevki Doğu’nun ve Batı’nın kaynaklarından, hem de en iyilerinden beslenerek gelişmişti. Musikiden de çok keyif alırken, Batı müziğine de hakimdi. Akrabası İhsan, onun entelektüel kişiliğinin oluşmasında önemli bir yere sahipti.

Mümtaz ve dostlarının bir araya geldikleri akşamlarda, yazarın dünyayı anlamlandırma biçimi hakkında fikir ediniriz. Bu akşamlardan birinde Mümtaz, içinde yaşadıkları dönemi “kendimize mahsus yeni bir hayat şekli yaratmak devri olarak” tarif eder. Ancak onun için bunun yolu eskiyle hesaplaşıp onu tasfiye etmek, geçmişi tamamen rafa kaldırmak ve sıfırdan başlamak değildir. Çünkü bunlar onun için “benliğimizi kaybetmekle” aynı anlama gelmektedir. Bu anlamda Mümtaz için yeniyi yaratacak olan “bizim maziyi inkarımız veya bu işteki yaratma irademiz değildir”. Fakat Mümtaz geçmişi olduğu gibi geleceğe nakletme arzusunda da değildir. Geçmişi “icap eden yerlerde” tasfiye etmek ve ondan “ölü kökleri atmak” istemektedir. Bunu yapma gücünün kaynağının ise o günün ihtiyaçlarından ve kişilerin “yaşama irade”lerinden meydana geldiğini/geleceğini savunmaktadır. ** Ancak Ziya Gökalp’in fikirlerinde somutlaşan Doğu ile Batı’yı sentezleme düşüncesine de mesafelidir. O “Şark ve Garp’ın birbirinden ayrı” olduğunu düşünür. Erken Cumhuriyet Dönemi’nde etkilerini 1. Ulusal Mimarlık Akımı gibi mimari üsluplarda, Tarcan Zeybek’i gibi dans ve eğlenme biçimlerinde, alaturka ve alafranga müziği sentezlemeyi öngören müzik alanında gösteren Doğu-Batı sentezi denemelerinin yeni fikirler olmadığını, üstelik bunun sonucunda “bir yüzü maşrığa bir yüzü mağribe bakan” iki çehreli insanların doğduğunu ileri sürer. ***

Mümtaz’ın aşık olduğu genç kadın Nuran da en az Mümtaz kadar eşiktedir. Anneannesi Nurhayat Hanım’ın “aşka ve ihtirasa her şeyi birden yakarak” bir yabancıyla gitmesi ve ardında bedbaht insanlar bırakması; Nuran’ın mizaç olarak anneannesine benzetilmesi, onun da aynı tutkuyu kendi içinde görmesine ve zehirli bir düşman gibi bu mirası içinde taşıdığını düşünmesine yol açar. Yıllarca içinde uyutmaya çalıştığı bu mirasın, Mümtaz’ı görünce ortaya çıkmasıyla kendisini “ateş raksında” bulur ve aile yadigarı olarak gördüğü ıstırap tecrübesini tadacağından korkar. Ama zaten “bir şeyden korkmak, biraz da onun geleceğini beklemektir” der Tanpınar. Yani Nuran, bu ateş raksının içinde kül olmaktan hem ölesiye korkmaktadır hem de buna gönüllü olmaktadır. İşte tam da bu ikilemler, hem Mümtaz’ın, hem Nuran’ın hayatında bitmek bilmeyen arayışlara sebep olacaktır.

İhsan’ın da Mümtaz’ın fikrî dünyasının oluşumunda etkisi çok büyüktür. İhsan, Mümtaz kadar bocalamasa da o da her zaman geçmişle gelecek, eski ile yeni, mazi ile ufuk arasında kendine bir yer bulmaya çalışır. Mümtaz karakterinin Ahmet Hamdi’nin kendisinden esinlenerek oluşturduğu düşünülünce, İhsan da Tanpınar’ın yakın dostu Yahya Kemal’e işaret ediyor. Yani kitapta anlatılan entelektüel ve aydın kesim, dönemin edebiyat dünyasının bir çehresi niteliğinde. İhsan, “eskinin her zaman, yarı ölü bir şekilde yanı başımızda” durduğunun farkındadır. Kendi hallerini “eski bir medeniyetin enkazı ile yeni bir medeniyetin henüz taşınmış kiracısı” olarak görmesi bu yüzdendir. Bir geçiş dönemine ışık tutan bu eserde, yaşadığı toplumun ve dünyanın bir izdüşümü olarak karşımıza çıkıyor İhsan.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’unda eski ve yeni, Şark ile Garp, alaturka ile alafranga olmak üzere pek çok ikilik karşımıza çıkar. Kahramanlarımız hep bir eşiktedir. Okudukları eserler, dinledikleri müzikler, yaşayışları, eğitimleri, eğlenme biçimleri hep bu ikilikler arasında gidip gelir. Erken Cumhuriyet yıllarında Türkiye’deki değişim sürecini tarif etmede benzer ikilikler sıkça karşımıza çıkmaktadır. Tanpınar’ın bir diğer eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde de bu ikilikleri gözlemlemek, toplumsal değişimi semboller üzerinden okumak mümkündür. İnkılaplar, Yeni İnsan’ın ve Yeni Hayat’ın inşasında önemli bir rol oynamaktadır. Sözgelimi, kıyafetlerin değişiminin insanlara başka bir insan olma saadeti bahşettiği düşünülür roman kahramanı Hayri İrdal. ****

Kişiler ve çehreler her ne kadar değişse de aslında bir ortak nokta vardır Tanpınar’ın romanında, arayış! Ayrı dünyalardan, farklı yollardan geçip gelen bu insanlar huzuru aramaya ve hayatlarını anlamlandırmaya adamışlardır kendilerini ama bilirler ki, dünya bir saadet rüyası değildir ve Mümtaz o gündüz düşünden çoktan uyanmıştır. Artık gittikçe silikleşen bu hatıralar, gerçekleri süpürüp yok etmeye olanak sağlamaz. “Ne hayat, ne eşya bir bütün değildir, o insan kafasının vehmidir” der Suat, ve ekler, “bir zihinde yaşayanlar daima güzeldir.”

Dipnotlar:

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, 2004, 13. Basım, İstanbul, Dergah Yayınevi, s. 40-41
Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, 2004, 13. Basım, İstanbul, Dergah Yayınevi, s. 90-92
Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, 2004, 13. Basım, İstanbul, Dergah Yayınevi, s. 368
Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 2018, İstanbul, Dergah Yayınevi, 38. Basım s.16

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks