Deneme

SADECE BAĞIMLILIK

By

Sigarayı ilk denediğim zaman ileride ona bağımlı olacağımı hiç düşünmezdim. Sigara sadece sigaraydı ve aslında baktığınız zaman oldukça mantıksızdı. İlk zamanlar benim için pek bir şey ifade etmeyen bu nesneyle 6. yılımızı doldurduk ve şimdi onsuz geçen tek bir günüm yok. İşin kötü yanı, onsuz bir gün geçirebileceğimi bile düşünmüyorum. Böyle düşünmemin sebebi basitçe nicotine bağımlı olmam mı yoksa altında yatan başka nedenler mi var? Bağımlılık dediğimiz şey, bağımlılık yapan bir nesneyi tüketiyor olmaktan mı kaynaklanıyor yoksa bizim ona yüklediğimiz anlamlarla mı alakalı? Bağımlılıklarımızla yollarımızı ayırmak onlara yüklediğimiz anlamlardan dolayı mı daha da zorlaşıyor?

“Tütün içmek şu hayattaki en büyük ve en ucuz keyiflerden biri. Peşinen tütün içmemeye karar verdiysen sana yalnızca acıyabilirim.” Bu cümle, Freud’un tütün hakkında söylediği sayısız cümlelerden ilk denk geldiğim cümlesiydi. Konu bağımlılık ile yolları ayırmak olunca, bu cümlenin altında yatabilecek hikaye ve yolculuk bende merak uyandırdı. Kendisinden geriye kalan neredeyse her görüntüde elinde veya iki dudağının arasında puro olan bir insan, bu cümleyi öylesine kurmazdı ve kurduğu tek cümle de bu olmazdı diye düşündüm. Nitekim öyleydi. Fakat puro, Freud’un son bağımlılığı olabilirdi fakat ilk değildi. Puro bağımlılığına giden yolda, yolda bıraktığı başka bir bağımlılığı daha vardı.

1881 yılında, Sigmund Freud, henüz daha 25 yaşındayken Martha Bernays adında genç bir kadına fena halde tutulmuştu. Martha, Freud’un ilk ve son aşkıydı ve onunla neredeyse her gün yazışıyordu. Sigmund ve Martha’nın birbirine yazdığı 1600 kadar mektup bulunmuştu, anlaşılan oydu ki ikili birbirlerine bazen günde 2-3 mektuptan fazla yazıyordu. 1884 yılında, Freud, Martha’ya yazdığı mektuplarından birinde, Martha’ya o zamanlarda az bilinen bir ilaçtan bahsediyordu; kokain. Kokainden, son derece ayık bir zihinle yazdığı belli olan mektupta, “hazımsızlığa ve depresyona karşı ufak dozlarda sıklıkla alıyorum. Sonuç olarak oldukça başarılı” diye söz ediyordu. Ancak, Martha’ya yazdığı bir başka mektupta ise, seçtiği kelimeler bir maddenin etkisi altında olup olmadığı konusunda şüphe uyandıracak biçimdeydi. “Yazıklar olsun sana prensesim. Geldiğin vakit kim güçlüymüş, göreceksin: Karnını doyuramayan narin, küçük bir kız mı yahut damarlarında kokain gezen, cüsseli, vahşi bir adam mı?”

Freud, 1885 yılının sonuna gelindiğinde, “Über Coca” adlı bir bildiri yayınladı. Bu makalesinde kokain için “ilk yutulduğunda muhteşem bir heyecan, neşe ve kalıcı öfori. Açlık ve yorgunluğu bastırmada daha iyisi olamaz” tanımlamalarını yaptı. Kokainin mucize ilaç olduğuna inanıyordu, ilk zamanlarda kokainin zararlı olduğunu kesin bir biçimde reddetti.

Bununla birlikte Freud, Morfin bağımlılığı ile mücadele eden arkadaşı Ernst von Fleischl-Marxow’a morfin bağımlılığından uzaklaşması ve kronik ağrılarının hafiflemesi için kokaini önerdi. Fakat o, morfin bağımlılığı yerine kokain bağımlılığını geliştirdi. Bağımlılıkların ve aşırı doz ölümlerin yayılması ile birlikte Freud, kokainin tıbbi yararlarını savunmayı bıraktı. Ancak 1890’ların ortasına kadar migren, burun iltihabı ve depresyon ilacı olarak belirli aralıklarla kullanmaya devam etti ve en sonunda kokain bağımlılığı ile yollarını ayırmayı başardı. Nasıl oldu da Freud, son derece bağımlılık yarattığı bilinen bir madde ile yollarını ayırabildi?

Freud’un sevdiği kadına yazdığı mektuplarda bahsettiği tek bağımlılığı kokain değildi. 1885 yılına geldiğimizde Freud, o yıllarda nörolojiye merak salmıştı ve nörolojinin önde gelen temsilcilerinden Jean-Martin Charcot ile çalışmak üzere Paris’te bulunan Salpetriete darülacezesine gitmişti. Martha’dan uzaktaydı ve ona veremediği tüm öpücüklerden dolayı tasalanmıştı. Yazdığı bir mektubunda, yokluğundan dolayı sıkça içtiği puroyu ve ona olan bağımlılığını haklı çıkarmaya çalışırmış gibi “öpecek bir şeyi olmayanın tütün içmesi kaçınılmazdır” diye yazmıştı. Fakat Freud, sevdiği kadına veremediği tüm öpücükler için sıkça tükettiğini iddia ettiği puroyu, sadece ona veremediği öpücükler için tüketmiyordu. Tıpkı ilk ve tek aşkı olarak anılan Martha ile olduğu gibi, Freud’un puroyla bambaşka bir ilişkisi vardı.

İyi bir öğünden sonra yakılan iyi bir puro burjuva Viyana kültürünün bir parçasıydı, bu kültür Freud ailesinde de kendine yer bulmuştu. Freud puro içmeye başladığında 24 yaşındaydı ve aslında bir bakıma 81 yaşına kadar puro içen babası Jacob Freud’un adımlarını takip ediyordu. Babasının purosunu, sıkı çalışma ve kendini kontrol etme kapasitesiyle ilişkilendirmişti ve bu yüzden olacaktır ki, ileri yaşlarında kendisi de puro için “bana kendimi savunmam ve yaşam mücadelesinde silahlanmam için tam elli yıl boyunca hizmet etti… Çalışmaya kendimi bu denli adayabilmem ve öz denetimimi puroya borçluyum” demiştir. Aslında puroyu karakterize ediş biçimi, babasından kendisine kalan bir miras özelliği taşıyordu. Puro ve başarı arasında bir bağlantı görüyor, bir çeşit devamlılık ve başarı için etken olduğuna inanıyordu. Freud’un puro ile ilişkilendirdiği bütün kavramlara olan inancı, onun puroyla yollarını kokain ile ayırdığı gibi kolay ayırmayacağının bir bakıma sinyaliydi. Çünkü onun için puronun ifade ettikleri, kokainin ona ifade ettiklerinden çok daha farklıydı. 1890’ların ortalarına kadar bağımlı kaldığı kokaini migren, burun iltihabı ve depresyon gibi bir bakıma somut ve başka ilaçlarla da tedavi edilebilecek hastalıklar için kullanıyordu fakat puro öyle değildi. Freud’un puro tutkunluğu çok uç noktalardaydı, günde 20 tane puro içiyordu. Bu bağımlılık birçok insanda herhangi bir çağrışım yapmayabilir, hatta bazılarımız için oldukça mantıksız görünebilir fakat benim için, Freud’un puroya olan bakış açısını öğrenmem, benim sigaraya olan bakış açımı sorgulamama neden oldu. Her kafa karışıklığımda yaktığım sigara, kafamı toplamama ve daha derin düşünmeme yardımcı oluyordu. Her stres olduğumda ya da üzgün hissettiğimde ağzıma götürdüğüm sigara, sanki yersiz konuşmayan, beni sakinleştiren bir arkadaşmışçasına rahatlamama neden oluyordu. Durup düşünmem, hiçbir şey yapmadan sakin kalmaya ayırmam gereken süreyi sigara içmeye ayırdığım için, belki de sigara içmeden bile geçireceğim sürede aklıma gelebilecek şeyleri sırf sigara içerken aklıma getirdiğim için sigara ile yaratıcılık kavramları arasında bir bağ kurmuştum. Belki de kendime ayırmam gereken süreyi sigaraya ayırdığım için, kendi kendime sakinleşebilecekken bu bağımlılığa başvurduğum için, sigarayı iyi tavsiyeler veren ve beni sakinleştiren bir arkadaş gibi görmüştüm. Birlikte geçirdiğimiz süre arttıkça arttı ve sigara artık benim için sadece bir sigara değildi. Üzücü fakat bana kaçış yolu çizen bir arkadaş gibiydi. Bütün bunların farkında olmama rağmen bu bağımlılık benim için hala bunları ifade ediyor ve bağımlılık kelimesi de aslında bu noktada devreye giriyor. Bu yüzden de Freud’un puroya olan bakış açısı ve bağımlılığı bana hiç yabancı gelmiyor.

Freud henüz 30’larının sonundayken kalp hastalığı semptomları yaşamaya başladı. Hekim arkadaşı Wilhelm Fliess, bu semptomları aşırı sigara ve nikotine aşırı duyarlılık ile ilişkilendirdi. Doktor, puroyu bırakması konusunda ısrarcıydı. Fliess’ın puro bağımlılığı ve kötüye giden sağlığı arasında kurduğu bağlantı Freud’u endişelendirmişti, fakat kaygılarına rağmen hiçbir zaman puro alışkanlığını bırakmadı. Bu dönemde Fliess’ın yanı sıra bazı doktorlar Freud’un kalp problemlerinin doğuştan olabileceğini düşünürken, bazı doktorlar ise sıkıntılarının esasen psikosomatik olduğunu ve puro bağımlılığı ile hiçbir alakası olmadığının varsayımında bulundu. Kalbindeki problem ne olursa olsun, sonuçta hayatı tehdit edici olmadığı açığa çıktı. Fakat bu devamı gelmekte olan sürecin başlangıcında gözlemlenen şey, Freud’un puro alışkanlığında yeterli değişikliği yapmadığı ve ileride de herhangi bir değişiklik yapma ihtimalinin yüksek olmadığı yönündedir. Freud, Fliess’a bir mektupta puro içmemesi tavsiye edildikten sonra şunları yazdı: “… Önceki mektuplarınızdan birinde bu kadar uygun bir şekilde karakterize ettiğiniz motivasyonumdan mahrum kaldım: bir kişi, hastalığının nedeni olduğuna sıkı sıkıya inanırsa bir şeyden vazgeçebilir… İlk kez bazı konularda sizinkinden farklı bir görüşüm var… Puro yasağı konusunda çok mutlak ve katıydınız, bunların hepsi göreceli…” Fliess’a yazılmış saklı bir kin barındıran mektupta kendisine hayatta en çok zevk veren ve iş kapasitesini inanılmaz derecede kolaylaştırdığını hissettiği şeyden kendini mahrum etmek istemediği açıktır.

1923 yılına geldiğimizde, 67 yaşındaki Freud için puro, hayatında zorluk çıkarmaya devam ediyordu. Alışılmamış ağır puro alışkanlığının başlamasından yaklaşık 40 yıl sonra, Freud’un ağzında lökoplaki büyüme gelişmeye başladı. Freud’un kendisi de bir doktordu ve arkadaşlarının çoğunun da hekim olmasına rağmen, ağzındaki büyümeyi herkesten saklayarak yıllarca öyle yaşamaya devam etti. Bu “doku isyanının” nedenin puro olmasından korkuyordu. En sonunda tedavi olmaya razı oldu ve yumuşak damak kanseri olduğu ortaya çıktı. Lökoplaki büyümesini tedavi eden doktor en çok korktuğu tavsiyeyi Freud’a vermek zorunda kaldı. Freud bir kez daha puroyla yollarını ayırmak zorunda kalmıştı ve bu konuda oldukça isyankârdı. Freud’un hayatındaki en önemli kavramlar, neredeyse sağlığından bile önemli olan verimlilik ve yaratıcılık kavramları Freud için puroya bağlıydı. Purodan vazgeçmenin, bunlardan vazgeçmek olduğunu düşünüyordu. Freud’u tanıyan insanların, puro içmeyen bir Freud’un yatıştırılamaz, avutulamaz bir karaktere dönüştüğünü biliyordu. Tahammül ve yaratıcılık sınırlarını puro belirliyordu. Puro ile daha iyi bir insan olduğunu düşünen Freud, purosuz kaldığında daha kötü biri olmaktan çekinmiyordu ve sığınabileceği bahanesi hazırdı.

Dr. Fliess’ın tavsiyesi üzerine puroyu bıraktığı kısa bir dönemde Freud, Fliess’a bir mektup yazdı. “Emir verdiğiniz günden bu yana yedi hafta boyunca puro içmedim. İlk zamanlar, beklediğimiz üzere, son derece kötü hissettim. Kardiyak semptomlar eşliğinde hafif depresyon ve beraberinde sefalet içinde yoksunluk. Bütün bunlar beni tamamen çalışmaktan aciz, mağlup bir adam yaptı. Yedi hafta sonunda tekrar puro içmeye başladım… İlk birkaç purodan sonra tekrar çalışabilecek hale gelmiştim ve ruh halimin efendisiydim; hayat dayanılmaz olmadan önce” Fliess, puroların Freud’un ruh hali üzerindeki bu somut ve büyülü etkisini duyduktan sonra nasıl Freud’dan tekrar purodan uzak durmasını isteyebilirdi ki?

Fakat Freud, kendisinin puroya karşı bu aciz davranışını asla takdir etmedi. Ağzındaki şişlik nedeniyle kısa bir süre boyunca acı çektikten sonra meslektaşı Sandor Ferenczi’ye “dün son purom içtim ve o zamandan beri aksi ve yorgunum… Daha sonra bir hastam bana elli tane puro getirdi ve bir tanesini yakar yakmaz neşem yerine geldi. Damağımın şişmesi birden indi. O kadar çarpıcı olmadığına inanmalıydım. Hastalarının savunma mekanizmalarını son derece başarılı bir şekilde teşhis ve analiz eden Freud, iş kendine gelince tamamen başarısız olmuştu ve bu durum puroya devam etmesini bir bakıma kendisi için zorunlu kılan bir etkendi. Her zaman kendi hayatının kontörlünün tamamen kendi ellerinde olduğunu düşünmüştü, fakat şimdi kontrolü kaybettiğini hissediyordu. Kanser teşhisi, Freud’u çaresiz hissettiriyordu. Puroyu her yakışında doktorlarına ve kansere meydan okuyordu, çaresiz olduğu bir şeyin üzerinde kontrolü varmış gibi görünmek için uğraşıyordu. Puro, bir bakıma onun için kör noktaydı.

Yaklaşık 15 yıl kadar, çenesi kanser yüzün delik deşik olmuştu. İşitmesini ve kalbini tetikleyen otuzdan fazla ameliyat geçirmesine rağmen, kendisini yavaş yavaş ölüme götüren bu hazzıyla yollarını ayırmayı reddetti. Acıdan ağzını açamayacak hale geldiği noktada, ağzına bir çamaşır mandalı taktı ve böylece ağzını puro içmesine yetecek kadar açabildi. Ölüme giden yolda, ölümü göze alarak bırakmadığı yol arkadaşını zorla yanında götürüyor gibiydi.

Ölmeden önce, kardeşi Alexander’ın doğum gününde ona en değerli mülkünü, mirasını bıraktı: puro stokunu. Kardeşine verdiği mektupta “yetmiş saniyelik doğum gününüz uzun yıllar birlikte yaşadıktan sonra bizi ayrılığın eşiğinde buluyor. Umarım bu sonsuza kadar sürecek bir ayrılık değildir, fakat gelecek her zaman belirsiz ve özellikle şu anda öngörmek zor. Yıllar boyunca benimle biriken iyi puroları devralmanızı istiyorum. Çünkü hala kendinizi böyle bir zevkle şımartabilirsiniz, ben şımartamam.”

Freud, Fleiss’e yazdığı mektuplardan birinde “bir kişi, hastalığının nedeni olduğuna sıkı sıkıya inanırsa bir şeyden vazgeçebilir” diye yazmıştı. Kendisi hastalığının nedeninin puro olduğunu biliyordu, ben de zatürre olduğumda nedeninin sigara olabileceğini biliyordum. Fakat Fliess’ın puro bağımlılığı ve kötüye giden sağlığı arasında kurduğu bağlantı Freud’u endişelendirmesi gibi, zatürre ve sigara arasında kurulacak bağlantı da beni endişelendirmişti. Doktordan gelecek “sigarayı bırakmalısın” tavsiyesini duymamak için konuyu nasıl değiştirmeye çalıştığımı bugün bile anımsıyorum. Henüz zatürre olduğumu öğrenmediğim, öksürüğümün basit bir soğuk algınlığı olarak teşhis edildiği dönemde içime çektiğim her dumanın canımı nasıl yaktığını, fakat canımın yanmasına rağmen nasıl içmeye devam ettiğimi dün gibi hatırlarım, o acıyı asla unutamam. Uzun süren tedavinin ve sancılı geçen hayata tutunma çabalarından sonra, ciğerimin tamamen temizlendiğini öğrendiğim gün bakkala gitmek için evden çıktığımda kendime çok kızmıştım. Sigarayla bağdaştırdığım bütün bu kavramlar sağlığımı riske atmaya değer miydi? Hiç sanmam. Fakat bir şekilde, oldukça mantıksız olduğunu bilerek, bu bağımlılığın beni öldüreceğini düşünmemiştim. Belki Freud da düşünmemişti. Puro onun için, her ağzına götürdüğünde kendisini nasıl geliştirebileceğinin, yaratıcılığın ipuçlarını veren bir meslektaş gibiydi. Uyanık kaldığı her saniye elinde, kendisinin daha iyi olmasına yardımcı olduğunu düşündüğü bir nesneyle bir yol ayrımına girmek onun ölüm döşeğinde bile aklına getirdiği bir şey değildi. Her şeyini borçlu olduğunu düşündüğü birine gösterdiği sadakat gibiydi. Belki de bütün bu karakterize ediş biçimleri bağımlılıkla girilen yol ayrımını zorunlu kılan şeylerdir. Bu herkes için farklı olabilir. Freud’un da ifade ettiği gibi “tıpkı fizikselde olduğu gibi psikolojik düzlemde de her şeyin gözüme göründüğü gibi olması gerekmez” ve onun için puro, sadece puro değildi; çok daha fazlasıydı; bu yüzden yollarını ayırmaya nereden başlayacağını hiçbir zaman bilemedi.

Bonaparte, S. F. (2013). The Origins of Psychoanalysis: Letters to Wilhelm Fliess, Drafts and Notes, 1887-1902. Montana: Literary Licensing, LLC.

Freud, S. (1992). The Diary of Sigmund Freud, 1929-1939: A Record of the Final Decade. Scribner; First Edition edition.

Gay, P. (1988). Freud: A Life for Our Time. New York: W W Norton & Co Inc; 1st edition.

Klein, C. (2018, AUG 22). 10 Things You May Not Know About Sigmund Freud. History: https://www.history.com/news/10-things-you-may-not-know-about-sigmund-freud adresinden alındı

Ruitenbeek, H. M. (1973). Freud As We Knew Him. Detroit: Wayne State University Press; F First Edition.

Sachs, H. (1944). Freud: Master and Friend. Boston: Harvard University Press; Re-issue edition.

Schur, M. (1972). Freud: Living and Dying. Intl Universities Pr Inc; 1st edition.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks