Deneme, Röportaj

GÖÇMEN BÜRO

By

Dünya dönmeye başladığından beri, her an her şey değişiyor. İlk nefesini ciğerlerine doldurmuş bir bebeğin ağlaması gibi bazen zorlanarak, bazen uzun uzun ve kendiliğinden oluyor bu değişim. Zaman, coğrafya, adetler, ideolojiler bile değişiyor. Aynı sıfatlarımız, yerimiz yurdumuz gibi.

Hep bir yerden bir yere gidiyoruz. Geride bıraktığımız yeri de geldiğimiz yeri de değiştiriyoruz. İşte bu yüzden hiçbir zaman çok bağlanmayacaksın evine çünkü bizim düşmanlarımız, ittifaklarımız, iç savaşlarımız, kan davalarımız var. Göçmen olmak çoğu kez bir yazgı, özellikle de bu topraklarda. Göçün her türlüsü var.

Buna zorunlu göçte dahil. Yıltan , bir sabah hiç beklemediği bir hayata uyanmış. Bir günde eviyle birlikte gençliği, hayalleri, çocukluk arkadaşlarıyla arasında sınırlar örülmüş. Zorunlu göç olağan dışı koşullarla oluşan, göç edenlerin iradelerini etkisiz kılan bir durum.

Kıbrıs doğumluyum. Savaş sebebiyle göçmen oldum. 74 yılında savaş çıktı. Mecburen yaşadığımız yeri terk etmek zorunda kaldık. Topraklarımız Rumlara kaldı.”  diye ekliyor.

 Göçün kendine göre sebepleri, amaları, fakatları var. İş, aşk ya da savaş. Bu bir karar da olabiliyor , kaçışta  ya da sadece bir arayış.  Bu, değişen dünya ile birlikte her gün daha iyiyi arayan insanların yolu.

Buna bir örnek ise Ali, 13 yıldır doğduğu evden uzakta. Bu uzaklığın pek çok sebebi var aslında. Ali’ye göre göç sebebi okuduğu şeyi, bildiği işi burada daha rahat yapabilmesi. Sinema ve reklam sektöründeki iş imkanları Türkiye’de İran’a oranla daha fazla. Ayrıca burada kendini daha özgür ve mutlu hissettiğini de söylüyor. Hatta vatandaşlık başvurusunda bulunmuş, sürecin tamamlanmasını bekliyor.

Göçmenler, çok başka sebeplerle, çok farklı amaçlar doğrultusunda yeni hayatlar çizmişler kendilerine. Her zaman sancılı sebeplerle olacak değil ya, hayırlı bir iş için yolu Türkiye’ye düşenler de olmuş. 13 senedir Türkiye’de yaşayan Katryn, Türk hayat arkadaşıyla tanıştıktan sonra buraya taşınmış çünkü eşinin Türkiye’de iş bulması Polonya’ya göre daha kolaymış. Katryn’e göre kadınların her yere uyum sağlaması da daha kolay bu yüzden de üstünde çok düşünmeden bavulunu toplayıp Türkiye’ye taşınmış. Karar mekanizmalarımızı çalıştırırken pek çok değişkeni göz önünde bulunduruyoruz bu da en güzel örneği. Arkada onca şey varken aranılan bir şeyler yine de var. Sadece bırakıp gitmek değil olay. O bırakılanlar da ne sadece his ne de evden ibaret. Bazılarımız içimizde arıyoruz bir şeyleri, bazılarımız yollara düşüyoruz ve günün sonunda hayata karşı bir tavır alıyoruz. Başka bir örnek ise Alex. O, buraya gelerek kendi ayakları üstünde durmayı öğrendiğini ve hayata daha sıkı sıkıya tutunduğunu söylüyor.

Tüm bu sebepler, süreçler bir yana göçmen olmak kavramı onlara ne ifade ediyor, kendilerini nasıl tanımlıyorlar diye merak ediyorum. Her şeyden önce göçmenliği kabul ediyorlar mı? Alex doğup, büyüdüğü yerden uzakta olan herkesin göçmen olduğunu, expat terimini kabul etmediğini, böyle tabirlere inanmadığını da sözlerine ekliyor. Daha 17 yaşında iç sesine kulak verip, daha özgür biri olmak isteyen ve göç eden Kian, evden uzakta olmak, hiçbir yere ait olmamak diye tanımlıyor göçmen olmayı. Misafirlik gibi bir şey, buraya ait değilsin lafının kibarcası diyor göçmenliğe dair.

Beyin göçü yapmış, hep daha iyisini aramış, başarı için yollara düşmüş Bahar içinse göçmen olmak, isteyerek veya istemeyerek tanımadığın topraklarda ayakta durma zorunluluğu. Tek başına bir şeyleri başarabilmek demek. 

Bu söylenenlere bakınca, göçmenlerin kafalarında hep bir göçmen algısı var. Bunu belki iç dünyasında, belki de başkalarının bakışlarında yaşıyorlar ama yine de yaşıyorlar. 

Göçmen olmak sıfırdan başlamak, yeni bir hayat kurmak demek. Yeni bir ülke, yeni bir nefes demek. Bu yeni süreç onlar için neler ifade ediyor peki? Göçmen olma onlara göre ne demek, bu yeni his hakkında neler düşünüyorlar? Çok sarsıcı bir cevap verdi Ali bu soruma.

“Belli bir yaştan sonra zor. Özellikle sosyal çevre. Herkesin kendi arkadaş grubu, ailesi var. Sen böyle olunca yabancı olduğunu daha çok hissediyorsun. Ufak bir çocuk gibi parka gideyim, arkadaş edineyim diye bir şey yok. Belli bir yaştan sonra hem senin için zor, hem diğer insanlar için. Çünkü hiçbir ortak noktanız yok, ortak geçmişiniz yok. Aaaa hatırlıyor musun? diye bir soru soramıyorsun. Sen boş sayfadasın.”  

Alex ise bu durumun onu yalnız hissettirdiğini, ilk bir yılın depresyonla geçtiğini söyledi. En çok arkadaşlıklardan yana zorlanmış.

“Her ne kadar sevgilim de olsa, ilişkim de olsa yeni arkadaşlıklar kurmak, arkadaşlarımla bir şeyler yapmak konusunda sıkıntım vardı. İnsanlar müsait değil ve buraya geldiğim zaman üniversitede arkadaş grupları zaten kurulmuştu. Çoğu insan aynı liseden geliyor ve arkadaşlık etmeye devam ediyordu. İlk bir yılımı ağlayarak, kimse benimle arkadaşlık etmiyor , hiçbir yere davet edilmiyorum diye düşünerek geçirmiştim. Yani buraya taşındığım ilk bir kaç ay her şey çok yeni, çok güzel sonraki birkaç ay gittikçe depresif bir hal almaya başlamıştı.” 

Geride kalanlara dair neler var içlerinde? Aile, arkadaşlar, olasılıklar… Kendi topraklarında bıraktıkları, akıllarında kalplerinde kalan  neler var?

Her zaman en zor olanı bu bence. Yeni bir şeye başlamaktan daha zor olanı konuşalım biraz da.

“O tarafta kalan aile fertlerim olmadı ama o tarafta kalan beraber büyüdüğümüz Rum arkadaşlarım vardı ve ben 17-18 yaşındaydım o zaman. Düşün tam gençlik çağı. Kafanda bir sürü şeyler var. Bizim Rumlarla evlilik münasebetimiz yoktu. O anlamda söylemiyorum ama dostluklarımız vardı, arkadaşlıklarımız vardı. Nitekim 2004 e kadar hiç temasımız olmadı güneyle. 2004te aradan sınırlar kalktı, tekrardan gidip gelmeler oldu. Ben sınır kalktığı zaman gittiğimde ilk iş o arkadaşlarmı buldum. Hatta bu arkadaşlarımdan bir tanesi, ben esir kampında da kaldım 4 aya yakın, kampta silahla benim başımda bekleyen arkadaşım. Ve gidip onları buldum. Bir gece onların evinde kaldım. Hatta onlara takılırdım, beni öldürmezsiniz dimi derdim. Çocukları oldu onların da. Çocuklarını evlendirdiler geçenlerde. Hayat devam ediyor. Hala görüşüyoruz. Gittikçe arıyorum hepsini.”  diyor Yıltan. Savaşlar, kavgalar, zorluklar kurmuyor hayatı. Sevgi, dostluk ve güvenmek, aile olmak hayattaki en güzel renkler. Çoğumuz düşüncelerimizi toplumun dayattığı, kendi iç sesimizin güçlendirdiği bazı imajlarla dolduruyoruz ve aslında haksızlık ediyoruz önce kendimize sonra karşımızdakine. Kian, anne babasının yaşlanmalarını göremediği ve yeğenlerinin büyümesine şahit olamadığı için üzgün ve özlem dolu. Onları çok özlediğini söylüyor. İşte bundan bahsediyorum aslında. İnsanları nereli olduklarıyla, yaşam tarzlarıyla, seçimleriyle yargılayamayız. Hepimiz etten bir duvarız ama bundan daha önemli olan isimlerimiz, kimliklerimiz, duygularımız var. Farklı nedenlerimiz ve sonuçlarımızla, kararlarımızla, yarattığımız yepyeni imajlarla bir bütünüz ve bu yazı da burada bu anlama hizmet etsin diye var.

"İnsanlar kadar olayların, olaylar kadar da eşyaların hikayelerini anlatmaya çalışıyorum."
  • Bahar

    Göçmen olma arada kalmisligi hem dokunaklı hem de gerçekçi ifade edilmiş. Kısa fakat doyurucu bir öykü… Kutluyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks