Deneme

DENEYİMLEYEREK ÖĞRENENLERİN HAYATI

By

Zil çaldı ve koşarak sınıflara girdik. Sırada oturmuş ayaklarımızı sallıyoruz çünkü beklemek uzun ve sıkıcı. Bilmem belki de bana öyle gelmişti. İnsan küçük olunca en çok da sabırsızca beklediği anları hatırlıyor. Arka sırada ağlayanlar, küçük çığlıklar, aşırı mutlular ve okulun ilk gününün verdiği o garip endişe… Bir sesle irkiliyoruz. Öğretmen sınıfa girmiş ve bize “Günaydın çocuklar!” diyerek seslenmişti. İçine doğan o bilinmezliğin ilk heyecanın endişe ile karışık dansı… Başlangıçlar işte böyle küçük detaylarda gizliydi. Hele ki bu önemli dediğimiz heyecanların kaynağı küçük insanların kendini şekillendirdiği yaşlardaysa daha da önemli.

Sınıfın en zekisi diye adlandırdığımız o çocuk bilgiye karşı çokça yer açarken; sınıfın en uç köşesindeki camdan dışarıya bakan çocuk bilgiyi farklı görmekteydi. Çünkü eğitim ikisi için de anlamları açısından farklı değişkenlerin olduğu iki bilinmeyenli bir denklemdi. İşte bu noktada bu iki küçük çocuğun hayata tutumu ister istemez farklı olacaktı. Çünkü eğitim, deneyimlerimiz karşısında aldığımız tavırları ve davranışları etkiliyordu. Kaçınılmaz olarak bize kim olduğumuzu, ileride ne olacağımıza dair ipuçlarını sunuyor, devamında bu yönüyle insanı insan yapanın bu deneyim ve eğitim içerisinde ruha dokunan dersler olarak karşımızda durmasını sağlıyordu.

Eğitim deneyime dayalıysa hafızamızda yer eder. İkinci zil çaldığında o çocuk hâlâ ayaklarını sallayabiliyor ve gülebiliyorsa bu onun eğitim hayatına başladığı ilk adımın güzel bir yol olduğunu gösterir. İnanılanın aksine çocuk denen varlık yeri geldiğinde bir yetişkin gibi cümlelerini sunabiliyorsa eğer onu kalıplaşmış eğitim çizgilerinde dolandırmanın anlamsızlığı hemen gün yüzüne çıkar. Çizgiler nelerdir peki? 40 dakikalık dersler mi, tek tip kıyafetler mi yoksa hep aynı görüşün varlığını tekrar ettiği sıradanlaşmış anlatılar mı? Aslında gerçeklik bize bu sorularda göz kırpar. Bu gerçeklik: Kapitalizmin ruhunun eğitimin içerisinde sessizce dolandığı ve kimsenin itirazına kulak asmadığıdır.Bu çıkmaz sokak gibi görünen sistemin aslında kalın ve sağlam duvarlarla örülmediğini fark edebilmemiz ve kırabilmemiz mümkün. Bunu mümkün kılan asıl şey ise eleştirel pedagojidir

Eleştirel pedagojiye göre bizler çocuklarımızı eğitirken asıl yapmamız gereken şeyin; çocuklarımızı eğitim hayatının merkezine alarak her birinin farklı farklı kişiliklere sahip olduğunu bilerek, kendilerini bulabilecekleri ve tanıyabilecekleri şekilde yetiştirmektir. Onları en iyi hallerine getirmek ise hiyerarşiden bağımsız iş birliğinin var olduğunu gösterebilmekte yatar. Peki, bunlar varken elimizde kendimize dönünce ne çıkar ortaya? Mutlu çocuklar mıydık? Anılarımda kalan en belirgin öğretmen imajı bana en güzel dersi anlatan değil, beni anlamaya zaman ayıran, sorunları es geçmeyendi. Beni ezbere zorlayan değil, farklı yollarla anladığımı görüp ona göre anlatan öğretmenim bende iz bıraktı. Bu özelliği o eğitmeni o zaman farkında olmadığım bir yere yükseltiyordu. Yalnızca çizgilerin içinde olanları değil çizgilerin dışında olanları da içine katmasını biliyordu. İlginçtir ki Paulo Freire’in Ezilenlerin Pedagojisiadlı kitabında şöyle bir başlıktan bahsediliyor: “Bankacı Eğitim” modeli. Üstüne düşününce sınıftaki uyumsuz diye adlandırılan arkadaşlarımın daha da uzak tutulduğu bir anlatıyı anlatan önemli bir kavram olduğunu fark ettim. Oysaki ellerini çenesinin altında koymuş dışarıyı anlama çabası içinde olan o arkadaşım ne daha az anlıyordu ne de diğerlerine göre daha az akıllı sayılırdı. Sadece kalıplaşmış sistemin içerisinde olan farklı bireylerdi ve farklı anlayışlara sahiplerdi, hepsi bu. Şimdi sanatla iç içe olması beni hiç şaşırtmamıştı. 

Akıl her çocukta biricikti. Onu mantık çizgilerine sokup doğrunun sadece tek gerçeklik kaynağının olduğuna inanmak basbayağı basitlikti işte. O karşısındakini bir kap gibi gören eğitim modelinin dışındaydı. Zaman geçti elimizde olan şu anın varlığıyla merakımın peşinden gittim, sordum bu işin içinden olanlara. Doçent Doktor Cemil Boyraz bir eğitmen olarak şöyle demişti. “Benim hayatta en çok önemsediğim iki değeri ön plana çıkarabilirdik: Duyarlılık ve Farkındalık.” İşte o zaman çocukken zihnimde farkında olmadan yüksek yerlere koyduğum eğitmenimin gerçekliği karşımda dikildi. Hayat içerisinde farklı bir yere sahip olan hocam aslında bu iki önemli özelliğe sahipti. 

Deneyerek ve yanılarak öğrendiklerimiz hayatımıza anlam katar.Yılı belli belirsiz hatırladığım bir tarihte Ankara’da önemli bir geziye gitmiştik. Hani önce meclis sonrasında Anıtkabir mümkünse son durağı Atakule olan şu gezilerden. Yorucu günün ardından gittiğimiz otelimizde dışarıdaki şiddetli fırtınayla elektriklerin gitmesi şaşırtıcıydı ama asıl sorun arkadaşlarımın otelin tiyatro salonunda olup ebeveynlerimizin ayrı bir mekânda yemek yiyor olmasıydı. Şu bir gerçek ki hatıralarımda en net hatırladığım kısım çığlıklar içinde küçük çocukların annelerini bulamadığı için karanlıkta ağlamaları ve büyüklerin oturduğu koltuklara çakılı kalmasıydı. Gözlerimin karanlığa alıştığı o an etrafımı anlamlandırma çabasına girdim. Gittiğim yolları ezberlemiştim, bir de gözüm alışınca git gel yapmak benim için büyük kolaylığa dönüştü. 

Büyük yemek salonunda yetişkinlerin mantıklı bulduğu, benimse anlamadığım makarnadan süslerin önüne dizilmiş açık büfe yemeklerinin mumlarla aydınlatıldığı o loş salona kimsenin bakmadığı bir şekilde bakmıştım. Mumlar yetersiz kalınca çocukların sıkışıp kaldığı yere kimsenin gidemediği; aniden giden elektriğin de el fenerlerini bulmaya vakit bırakmadığı dakikalarda, spagetti süslerine gözlerimi diktim. Elime aldığım çokça spagettiyi ikiye böldüm. Kuru makarnayı ateşe tuttum: İşte size uzun süreli yanan bir mum. Ardından küçük adımlarla arkadaşlarımın yanına gittim. Karanlıkta sesime gelenlerin hepsini bir ördek edasıyla arka arkaya dizdim ve sonra el ele tutuşturdum. Malum velilere giden yol uzun ve meşakkatliydi. Belki de siz insan küçüğü olduğunuz için öyledir. Kısacası sonda hatırladığım en güzel şey herkesin annesine koştuğuydu. 

Asıl soru çocuk denen kavramın böyle bir düşünüşü barındırabilmesinin yanında yetişkin bireylerin bunu nasıl da düşünemiyor oluşuydu. Ancak cevabını sonra bulabileceğim gerçek, can sıkıcı bir noktaya değinmeme sebep oluyor. Sınıfların içinde deneyimsiz bırakılan çocukların ezbere dayalı hayatları, ileride çocuk sahibi olan bireylerde devam ediyor ve o çizginin dışına çıkmaya korkan hali bizlere sunuyordu. 

Şartlara göre analitik düşünme ve eleştirel bakış bir eğitim dönemi boyunca köreltilince ortaya bu sonuçların çıkması şaşırtıcı olmuyor. Önemli olan hem teoriyi hem de pratiği yan yana getirmek.“Yok, olmaz bu!” denilene “Hayır, olur!” demek gerek. Üretkenliğin ön planda olduğu bir pedagojiyi benimsemek önemli. Bu duruma en önemli yorumu katan Doçent Doktor Emre Erdoğan’a göre: “Beynin bir adaptasyon süreci var. Beyin her şeye adapte oluyor. O yüzden yeni meydan okumalar koyacaksınız kendinize. Topu ileriye atmaya çalışıyorum. Kendimde de ileriye atıyorum.” Topu ileriye atmak diyen bir akademisyen bizlere neyi göstermeye çalışıyor peki? Kendini ileriye taşıyan, durumu anlayıp onun ihtiyaçlarına karşı kendinde olan yeterliliğe bakan ve o şekilde çözüm bulmaya çabalayan, kendi biricikliği ile farklı bakış açısını getiren özgün bireyin uyum sürecidir aslında karşımızda duran. 

Deneyime dayalı eğitim anlayışının bireyde değişime yol açtığını gözler önüne seriyor. Yılmaz Esmer, Doç. Dr. Emre Erdoğan’ın hocası ve onunla olan anısını bize şöyle anlatıyor. “Asistanıyken bir dersini bana devretmişti“Şimdi!” diyor. Tabii bu öğrencilerin anlattığı bir şey. “İçeriye Emre girecek” diyor ve saate bakıyor. Saat 10’a 5 var. “Birazdan girecek” diyor ve ben giriyorum. Hem öğreten hem de tanıyan olarak bir sürü huyumu ondan aldım,” diyerek bizlere aslında deneyimin onda bıraktığı izi gösteriyor. Hayat bir eğitim alanıysa şayet, sistem içerisinde bundan kaçınan anlayışın sebebi nedir? Deneyimler çeşitlendirilebilir. 

Deneyime dayalı olarak durmadan sorma eylemi gerçekleştirilmesi, öğrenmeye ve ruhu doyurmaya gidilen en önemli adımdır. İşte bu yüzden kaçınmak yerine derslerde bunların üstüne gidilmeli, sıkıştırılmış 40 dakikalarla sınırlı kalınmamalı. Çünkü o belirlenmiş kalıplarda kalmak demek koltuklarından kalkamayan ebeveynler demek. Bizler ancak deneyimlerimizle sisteme katılabildiğimiz zaman parçası olduğumuz işin içinde kendimizi anlamlı buluruz.

Sorma eylemiyle birlikte alınan cevaplar bize her zaman ders olarak geri döner. Soru sormak basit bir eylem gibi gözükse de içeriği bakımından incelendiğinde hiç de kolay sayılmaz. İçerisinde cesareti, endişeyi, bilinmezliğin rahatsızlığını barındırır. Öğrenmenin ilk adımıdır. İşte bu sebepten ötürü bilginin sahibi olan, bilmeyene bilgiyi öyle bir anlatmalıdır ki ne kendini eksik hissetmelidir ne de fazla. Aşağılayıcı durumların yaratılması ve Paulo Freire’ nin Ezilenlerin Pedagojisiadlı kitabında bahsettiği “Bankacı Eğitim” modelinde var olan “Öğretmen her şeyi bilir, öğrenci hiçbir şey bilmez.” algısından kaçınılmasıyla olur. Eğer kaçınılmazsa ve eğitim bu kıstaslarla şekillenirse işte o zaman yeni nesil bilinmezliğe sürüklenmiş olur. Bu sebeple “ders” dediğimiz konu önemli bir sorun haline gelmekte ve bu süreçte bizi de değiştirmektedir. Şu anda ise devlet okullarında bırakın öğrencinin soru sormasını, sınıfta onları rahatça oturtacak yer yok. Eğitimcilerle konuşmalarım sonucunda çocuklarını özel eğitim kurumlarına yönlendirmeleri bu yüzden şaşırtıcı değil. Sormaya alan yaratmak demek derste dersin özümsenmesinin yegâne koşulu demektir. 

Çünkü, insan az bilir ve bu deniz karşısında önce kendini atmayı sonrasında yüzmeyi öğrenmeye başlaması gerekir. Yazar Tommaso Campanella Güneş Ülkesieserinde şu cümleyi yazar: “Okudukça ve öğrendikçe aslında ne kadar az şey bildiğimin farkına vardım.” Bu cümle bize alınan dersi gösterir. 

Soru merakla birlikte uyum içerisinde ilerlemeli, derslerin zorunlu sunulan bilgilere dayalı değil karşıda oturan küçük bireyin hayatla özdeşleştirebileceği şekilde ötekileştirmeden anlatılması gerekir.Uçsuz bucaksız bilginin içerisinde yolunu bulmaya çalışan bu bireyin en önemli anahtarı sorma eylemidir. Eylemsizliğe karşı ayaklanması ona hayatın bir ders alanı olduğunu gösterir. İşte bu anahtar kendi dönemimiz içerisinde ezbere dayalı sistemin yok ettiği en önemli şeydir. Eğitimciler bunun farkındalığı ile ilerler ve sistem içerisinde bunu yeşertmeye çalışırsa, işte o zaman makarnadan mum yapan çocuklar ve öğretmenlerin öğrencilerin farklı yönlerini göstermesi ile kariyerini değiştirebilen eğitmenleri sunar. “Ders” kelimesiyse duvarlar arasında kırk dakikalık ezber ritüellerinde kaybolmamış olur. 

Özgürlük deneye yanıla alınan hayat derslerini de içinde barındırır. Hersorudan da sadece tek bir cevap çıkmaz. Eğer öyle yaparsak basitleştirmiş oluruz. Aynı dışarıya bakan çocuğun sadece dersi dinlememek için böyle yaptığını düşünmek gibi. 

Deneyime dayalı eğitim bireye özgürlük ve özgünlük katar. İşte bu yüzden bir geleceği yararlı ve mutlu görmek istiyorsak onlara samimi bir şekilde “İstediğin zaman sorabilirsin!” demeliyiz. Bireyler bilginin yeterli olduğunu hissedene kadar bu engebeli yolda yürümeli, yeri geldiğindeyse hata yapmalıdır. Bu yol ancak hakikatin yolu olduğunda dersler akılda kalıcı olur. İşte bu yüzden deneyime dayalı eğitim bireye özgürlük katar. Çünkü hakikat yanında özgürlüğü getirir! 

KAYNAKÇA

  1. Kincheloe, Joe L. (2018), Eleştirel Pedagoji, Yeni İnsan Yayınevi
  2.  Freire, P. (2018), Ezilenlerin Pedagojisi, Ayrıntı Yayınevi
  3.  Kesik, F. ve Arslan, Bayram, “Eğitim Sisteminin Eleştirel Pedagoji Üzerinden Değerlendirilmesi”, Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 2015; 11(3)
  4. Yılmaz, K. & Altınkurt, Y. (2011), “Öğretmenleri Kültürel Değerler ve Eleştirel Pedagoji ile ilgili Görüşleri Arasında İlişki”, Avrasya Eğitim Araştırmaları Dergisi (2016)
  5. Campenella,T.Güneş Ülke, Doxa Yayınları, 2014
  6. Altın, M. ve Saraçoğlu, A., “Yaratıcı, Eleştirel ve Yansıtıcı Düşünme: Benzerlikler ve Farklılıklar”, Adnan Menderes Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü
"İnsanla temas eden her noktada var olan uyumsuzluğu kaleme alıyorum."

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks