Deneme, Röportaj

DİN ADAMININ PORTRESİ

By

Türkiye Cumhuriyetinde ve öncesinde Osmanlı İmparatorluğunda birçok farklı din İstanbulda yaşamıştır. Bu dinlerden biri Museviliktir. İstanbul hayatlarını şekillenmiştir. Bir toplumun dini lideri ise size o toplumun temsiliyetini ve kültürünü temsil eden en yüce makamlardan birisidir. Bugün Musevilik kültürünü ve dinini Türkiye’de temsil eden en yüksek kurum Hahambaşılıktır. Hahambaşılık ünvanı dini yönetimin başı konumundadır. Din adamı olmak yüksek derecede bağlılık, sadakat, inanç ve toplumun içinden biri olmayı beraberinde getirir. İshak Haleva Türkiye Cumhuriyeti’nin 3. Hahambaşısı olarak 2002 yılından beri görev yapmaktadır. Onunla yaptığımız sohbette İstanbul şehrinde şekillenen dini hayat ve Musevi kültürü hakkında konuştuk. Bu röportajımızda edindiğimiz bilgiler şöyledir:

İstanbul’da doğdunuz, çocukluğunuzun geçtiği İstanbul’u nasıl anımsıyorsunuz ? Yıllar içerisinde İstanbul sizin gözünüzde nasıl bir değişim geçirdi ?

Ben 1940 doğumluyum, İstanbul’da doğdum. Fevkalade bir şehirdi İstanbul yeşillik dolu. Her meydanda ağaçlar dolu. Her tarafta güzel temiz hava. Şimdi maalesef artık çağın mecburiyetinden dolayı İstanbul boğuluyor. Babamla gezerken hatırlıyorum her yer yeşillikti. Hatta bir Burgazada’ya gittiğimizde Moda’dan sonra Pendik’e kadar her yer yeşillik. Şimdi her yer bina dolu. Ama bu tabi çağın ihtiyaçları. Benim arzum ve temenni duam bugünleri aramayalım. İstanbul Beyoğlu’suyla, her şeyiyle asalet doluydu. Ben hatırlıyorum Beyoğlu’na çıktığımızda kravatsız çıktığımızda utanırdık. Samimi söylüyorum bir asalet doluydu. Zaten o zamanlarda yegane eğlencemiz pastane ve sinemaydı. Ama çok güzel samimi bir özelliği vardı. Hatta bir gün bir kibrit alıyordum. Kibritçi sormuştu İstanbullu musunuz ? Evet dedim. Belli diye söyledi. Ben de nereden belli alnımda mı yazıyor dedim. Yok, kibrit soruşunuzdan belli dedi. Bir kibrit rica edebilir miyim ? Az önce birisi geldi verdi parayı bir kibrit versene diye. Kültüründen mi havasından mı bilmiyorum kelimelerle anlatamıyorum ama eski İstanbul’u arar oldum. İnşallah bu güzel binalarda bir çağdaş olarak bizim şehrimizin bir süsü oluyor ama yeşillik kayboluyor. Ve artık istanbul enine doğru genişliyor. İnşallah İstanbul’umuz eski güzel günlerine kavuşur. İstanbul İstanbul’dur ama eskisi gibi değil. İstanbul’un en güzel tarafı o boğazı Avrupa ve Asya’yı birleştiren köprümüz. Özellikle geçerken o tabelayı gördüğünüzde Avrupa’ya hoş geldiniz, Asya hoş geldiniz yazısı. Gururla hissediyorum. Bir kıtayı ikiye bölmüş şekilde muhteşem geliyor. İstanbul’u ancak yaşayanlar anlatabilir. Kelimeler yetmez. Çünkü İstanbul’un her köşesi fevkalade. Çamlıca’sı mesela. Gençken top oynardık orada. Çocuklar şimdi yer bulamıyor açık alan, eskiden bahçelerde oynarlardı. Ve hiçbir fiziki tehlike yoktu. Bugün neler oluyor görüyoruz. Ama biz de her ülke gibi çamurun içinde biraz yüzüyoruz maalesef.

Bir din adamı olmaya nasıl karar verdiniz ? Ve çevrenizdeki hangi unsurlar din adamı olma yönünde etkili oldu ?

1947 yılından beri çocuklar için cumartesi ve pazarları okul dışında çocuklara dua okuma öğretilirdi. O zamandan beri ben bu işin içinde yoğruldum. 1954 yılında beni bu yola meyilli olarak gördülerki burada özel kurs yaptık ve İsrail’e yolladılar. Orada bir ilahiyat fakültesinde 6 sene okudum. Geriye döndüğümde öğretmenlik yapmaya başladım. Şimdi bana sorsan Dünya’ya tekrar gelsen ne olarak gelmek isterdin diye, öğretmen olmak isterdim derim. Çünkü öğretmenlik bizim bir parçamızdır. Bir öğrenciyle oturduğumuz zaman kaynaşıyoruz. Mecburen onların dünyalarına girebilmek için biz de çocuklaşıyoruz. Ve bu otomatikman ruhsal olarak ve tabi fiziksel olarak da bizi gençleştirir. Öğretmenlik çok yaptım. Çok güzel anılarım var öğretmenliğimde. O yaşlarda öyle bir sistem vardıki öğretmenler sadece okuması bilen hiç okuma yazma bilmeyen birine öğretirdi. Böyle bir sistemdi. Bu böyle devam etti. Beni İsrail’e yolladıklarında tam manasıyla dini bir eğitim gördüm. Otomatik olarak hem öğretmenlik, hem dini bilgilere sahip oldum. Bunu başkalarına aktarma mecburiyetinde oldum. Bu şekilde İsrail’de dine hakim bir diplomayla döndüm. Burada o zamanlar tabiri caizse eskiler vardı. Asseo, Pinto, Rofe onlar da eski hocalarımız. Beraber burada dini görevimi devam etmeye başladım. Yine de okuldan kopmadım. Hem okula gittim hem işimi yaptım. Koşuşturma oluyordu. Bu şekilde hem din adamı olarak görev yaptım hem de sinagoglarda okullarda işime devam ettim. Askerliğimi ben Kayseri’de yaptım. Ve Manisa’da. O devirlerde yedeksubay öğretmen olarak vazifemi yaptım. Kayseri’de tekrar eski güzel mesleğime döndüm öğretmenlik. Yazın askeri eğitim yaptık Manisa’da. Ondan sonra tekrar öğretim yılına döndük. Ondan sonra bize ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Süresiz bir izin verdiler. Teğmen olarak şanlı ordumuzdan mezun oldum. Bundan sonra tekrar buradaki görevime başladım. Bu zaman zarfında evlendim. 1965’te. 4 çocuğum 8 torunum var. Bu şekilde dini zamanla otomatik olarak dini liderliğe tabiri caizse Hahambaşı ünvanlığı bu arada Hahambaşılık ünvanı tektir dünyada. Hahambaşılık ünvanı Osmanlı İmparatorluğundan kalma büyük bir ünvandır. Ve ben Türkiye’nin bu şekilde üçüncü cumhuriyetten sonra Hahambaşısı seçildim. İlk zamanlar Vakıflar Temsilciği seçimleri oldu. Bir dönem oluyor bırakmak için. Çünkü gördülerki bu işte zamanla cismi ismi oluyor cismi olmuyor.  Zamanında Asseo zamanında fiziki görevlerini ben yapardım. Bir hahambaşı toplum önünde gözükmek ve her yere iştirak etmek bir şekilde bunu bir periyoda 7 senelik bir dönem. Bunun kararını yalnız Hahambaşı verebilirdi hükümetten sorulduğunda. Ve ben kendi kendime yazdım. 7 senelik bir periyoda bağlanmasını istedim. Sonrasında anladım bu iyi bir şey. Çünkü bir ünvana sahip kişi dini lider böyle toplumla beraber genciyle ihtiyarıyla fiziki güç lazım. Böylece ikinci dönemi yaşıyoruz. Böylece Hahambaşı ünvanına sahip olundu. Hahambaşı ünvanı dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur. Onun yerine Rav Raşi oluyor. Yani ondan ilham alınarak. Hahambaşılık ünvanı zaten Osmanlı İmparatorluğunda içinde seçilecek olan İstanbul’a bağlı tayin edilirdi. Zamanla Türkiye Cumhuriyeti kanunlarıyla değişti. Bizde de değişti. Bu şekilde 2002’de ikinci seçim oldu. 

Peki, çocukken ilk gençliğinizde din adamı olmak gibi hayaliniz var mıydı ? Böyle bir hayatınız olacağını öngörüyor muydunuz ?

Şimdi din adamı olmak olma hayalim vardı. Din adamı liderdir öğretmenden farkı budur. Benim hayatımda amacım ne iş adamı olmak ne de ticaret ne olduğunu bilmezdim. Şimdi anılarımdan bir tanesini anlatayım askerlik zamanımda Manisa’da sıcağın altında binbaşı ders veriyordu bizlere. 

532 kişide bir tek yahudi bendim. Karpuzcumuz vardı o zamanlar birliğe dağıtılıyordu. Bir gün çağırdı beni, burada bir ticari problemimiz var. Sen çözer misin ? dedi. Ben anlamam dedim Binbaşına. Bana, sen yahudi değil misin muhakkak ticaretten anlayacaksın demişti. Bende mecbur bu bir emirdi çünkü. Bunun üzerine peki binbaşım bazı şartlar var karpuzcuyla konuştum sonra askerlerle konuştum hallettim meseleyi. Birçok güzel anım vardı askerdeyken. Askerliğimi bitirdikten sonra kendimi tamamen dini konulara devam ettim. Dini şuura ya da mahkeme diyelim çünkü cemaatimiz iki şeyden müteşekkildir. Birincisi ruhani meclis, ikincisi cismani meclis. Ama hepsi hahambaşıya bağlıdır. Cemaat işleri böyledir. Musevilikte 3 taç vardır. Bir kraliyet tacı iki kohenlerin tacı üçüncüsü tora kraliyet tacı için kraliyet ailesinden gelmesi gerekir. Kohen keza ibadet işleriyle meşgul olan kohen soyundan olması gerekir. Tora tacına her isteyen sahip olabilir. Başka dinlerde dini liderler evlenmezler. Musevilikte bu durum yoktur. Özel hayatında bir şeye dikkat etmesi lazım kibir ve kirli elbiselerle gezerse Tora’yı alçaltan bir imaj çizmiş olur. Bu da bir günahtır. Başka bir örnek birisi alışverişe gidiyor ve ekonomik durumu iyi ama ona rağmen veresiye yazdırıyorsa bu da günahtır. Başka birisinin yapmasıyla aynı değildir. Çünkü senin kutsal bir mesleğin var ve bunu koruman lazım. Hahamların görevleri vardır ama kısıtlamalar yoktur evlilik konusunda. Ben adaya gittiğim zamanlarda çocuklarımı hep temiz giydirmeye dikkat ederdim, çünkü baktıklarında hahamın oğlu diye söyleyeceklerdi. Sen insanlara etik kurallardan bahsediyorsun. Etik kurallardan bahseden birisi temiz olmak zorundadır. Çünkü söylediklerinin tersini yaparsan olmaz.

 Yaşantınızı gördüğünüz eğitimle paralel götürebilmek için ne gibi fedakarlıklarda bulundunuz?

Az önce dediğim gibi bir din adamı olarak milletin gözüne çok çarparız. Neden? Sen çıkıyorsun ve konuşuyorsun. Konuştuktan sonra hareketlerinde bir başkasının normal olarak görebileceği bir harekette bulunursan ve bu din adamına layık olmayan bir hareket ise sıkıntı olur. Buna çok dikkat edilmesi lazım. Bir din adamı bir temiz süte benzer. İçine kıl atarsan sütün o temiz süt bozulur. Bembeyaz bir elbisede bir leke göze çarpar fakat simsiyah bir elbisede bu leke göze çarpmaz. Bazı din adamlarının konuşmaları bazen ters oluyor. İnsanın içini etkiliyor. Bugün konuşma dilimiz ve konularımız çağdaş olması lazım. Çünkü gençler eskisi gibi “haha” demez. Artık onların hayatında internet gibi konular var ve bunlara ayak uydurmak gerek. Bu konuyla ilgili güzel bir anım var: eskiden bir çocuk gözünü 40 günlükken açardı şimdi çocuklar hemen açıyor ve videolar izliyor. E bu gençlere yaklaştırmak, bu gençleri eğitmek kolay değildir. Onun için onların lisanıyla konuşmak lazım. Oğlum Naftali Haleva din adamı olmak istediğinde ondan ricam akademisyen bir din adamı olmasıydı. Çünkü bu günkü gençler kendi unvanlarına sahip biriyle konuştukları zaman onları daha samimi görüyor. Çünkü o zaman insanlar şöyle anlıyor, ben de okudum karşımdaki din adamı da okudu ve biz bir masada oturup beraber entelektüel konuşabiliriz. Eskiden bu ekol yoktu. Eskiden medrese şekli vardı. Üstün hissetme durumu vardı diğer insanlarda, bu adam bana mı bir şey söyleyecek şeklinde. Ki bu haksız bir durum. Ama bu günkü Ravlar gençler kadar dünyadan haberleri ve bilgileri ayrıca yaşamdan haberleri var. Gençlere hitap etmek için bir sermaye lazım. Onların lisanını ve kalbini anlayacak bir şekilde iç kültürümüzü ve dışımızı birlikte ayarlamamız lazım. 

Birçok farklı dile hakimsiniz, çok dilli olmanın bir din adamının ve bir insanın düşüncelerine nasıl etkileri olduğunu düşünüyorsunuz? 

Çok muazzam bir şeydir. Bir gün turistik bir gezideydik toplum olarak. Onlar yalnız Türkçe konuşuyor. Biz ne zaman rehberle yabancı lisan konuşuyoruz o zaman bambaşka bir güzellik oluyor. Bir insanı kendi lisanıyla hitap etmek çok çok daha önemlidir. Fakat ben buraya geldiklerinde ağırlıklı olarak Türkçe konuşuyorum, yabancı lisana vakıfım.  Aktif olmadığım için kelimeyi aramam lazım. Konuyu düşüncem, kelimeyi düşüncem. Bir kere düşüneceğim için Türkçeyi tercih ederim. Ama yabancı lisan bilmenin çok çok önemi vardır. Her lisan bir insandır. Yabancı dil konuşunca günümüzde insan daha entelektüel gözükmektedir. İspanya’ya gittiğimde ben hakiki İspanyolca konuştum mesela fakat diğerleri daha farklı konuştu o yüzden onların ki daha az anlaşıldı. Mesela İngilizceyi kendi kendime öğrendim. Muhteşem bir hocayla. Bizim eğitimimiz Fransızcaydı. Yabancı bir lisan bilmekle karşındakinin gözünde bir kademe yükseliyorsun. Toplantılarda dil kolaylık sağlıyor. Her konuşmayı çakarım, sağar olurum ama ne demek istediklerini gayet iyi anlarım. Bir din adamı topluma hitap edecek bir insan olarak yabancı lisan bilmesi çok büyük avantajdır. Yabancılar gelir kendi lisanlarında konuşurlar onlar hangi lisanda daha az konuşurlarsa ben o lisanı konuşurum. Kendimi daha üstün hissettirmek için çünkü dini lider liderliğini diğer insanlara hissettirmelidir. Cemaati temsil ettiğim için kendi hayatımdan tavizler verdim. İstediğim şeyleri bazen yapamadım. Bira içerdik eskiden ama artık yapamayız çünkü insanın ağzına düşmek çok kötüdür. İnsanlar bir şey duydular mı daha fazla konuşurlar. İnsan tanrının yarattığı bu tabiattan yararlanmak için 5 duyuya sahip olmuştur. Her birisiyle hissederiz bu dünyayı. Kulağı pek kullanmayız, işitmesini sevmeyiz pek. Hâlbuki çok ilginçtir “İdan” Arapça kulak demek “Ozen” İbranice kulak demek. Etimolojisi veya kaynağı nedir bu kelimenin? Mizan yani terazidir. Kulağı kullanırsan insanlar arasında denge sağlanır. Ondan dolayı iki işitip bir konuşacaksın. Benim burada bir fotoğrafım var. Sayın Recep Tayyip Erdoğan Başbakan olduğu zaman geçmiş dönem İspanya Başbakanı José Luis Rodríguez Zapatero Türkiye’ye gelmişti. Bir iftar yemeğine davetliydik. Bu fotoğraf önemli çünkü İspanyalı başbakanın büyük babasının babası beni kovaladı. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük babasının babası kolları açıp aldı. Ben de bir Musevi olarak aralarındayım. Ben sayın başbakanımıza saygıdan Türkçe konuşuyordum ve yukarıda tercüme yapan biri vardı ama ondan izin alarak İspanyolca konuşmak istediğimi belirttim. Çünkü ben İspanyolca konuşarak ona bir mesaj yollamış olacaktım. Başladım konuşmaya. Bizim İspanyolca 500 senelik İspanyolca, değişikliğe uğramadı ama onlarda değişti. Öyle ki bizim konuştuğumuz İspanyolca oranın edebiyatıdır. İspanya başbakanı beni dikkatle dinliyor. Zevk alıyor ve kolay olarak anlamıyordu.

Aynı zamanda Judeo Espanyol (Ladino) dilini konuşuyorsunuz. Bu dilin sizce ölme tehlikesi var mıdır? Bir dilin ölümüne dair ne düşünüyorsunuz? Dünyanın bütün dilleri yaşamalı mıdır? 

Bu lisanı çok iyi muhafaza ettik. Bizim konuşmalarımız hep İspanyolcaydı. Şu an anlaşılmıyor. Gazetelerimiz İspanyolca. Yazı olarak İbranice ama lisan olarak Ladino. Neden? Okumayı sinagoglarda öğrenirdik eskiden yazabildiğimiz yazı ile anlayabildiğimiz dil ile oluştururduk. Eskidendi tabi bu. (130 sene önce okuduğu metin) bir şeye şahit oldum okulda öğretmenken ve Ladino öldü dedim. İngilizcedeki article eki Türkçede yok. İspanyolcadaki el ve la. İbranicede de var a diye geçiyor. Okulda ders verirken anlattım, “la ijika, el ijiko” öyle bir gülmeye başladılar ki sanki ben Japonca konuştum. Demek oluyor ki bu Ladino ölmeye başladı. Bunu o an kendime söyledim. Bu 1970lerda falan oluyor. Tam öldüğünü artık düşünmüyorum çünkü tekrar diriltmeye çalışılıyor. Gazetede bir sayfa, ayda 2 kere dergi, kurslar vs. diriltmeye yarıyor. Önemli bu çünkü bu günlerde dünyanın ikinci lisanı için İspanyolca deniyor. Ladino’nun da kökeni İspanyolca. 

Sizce bir din adamının yetişmesinde, fikirlerinin olgunlaşmasında eğitimin nasıl bir rolü var?

Her şeyden önce kendi hareketlerini yapmadan 2 kere düşünmesi, daima kendinin üstünde bir göz olduğunu hissetmek ve hissettirmek. Bu da kontrolü sağlar. Gören bir göz olduğunu hissederse hareketlerini kontrol eder. Tanrının gözü her yerde vardır düşüncesi buradan gelir.

Çeşitli okullarda ve üniversitelerde öğretmenlik ve akademisyenlik görevlerinde bulundunuz. Bu görevleriniz ve deneyimleriniz düşüncelerinizi ne yönde etkiledi?

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde senelerce öğretim görevliliği yaptım. İbranice dili öğrettim. Orada çok güzel bir deneyimim oldu. Oradaki gençler kitaptan okuduklarını biliyorlar, yakinen Museviliği bilmiyorlar. Ne zamanki onlarla yakınlaştım ve öğrettim. Mesela ben bizim okulda İbranice öğretirken zorluk çekerdim. Nedeni çocuğun anlamaması. Orada Arapça biliyorlar. İbranice ve Arapça çok benzer ben kelimeyi söylediğim zaman onlar şak diye anlıyordu. Mesela “broker” sabah demek, Arapçası “bukran” ve birbirlerine kök olarak benziyorlar bu yüzden kolayca kapıyorlardı anlamı. Çok zevk alıyorlardı. Kelimeyi üstün körü değil de kökeninden anlıyorlardı. Hahambaşı olduktan sonra onlar buraya gelirdi ve ders verirdim. İsrail’deki dindar üniversiteden rica ettim ve Kudüs’le ilgili bir gezi yaptık.  Hahambaşı olduktan sonra zorlaştı tabi. Şu anda verilmiyor bu dersler. Konya’da da 4 kere ders verdim konferans şeklinde. Oradaki hoca bana bu üniversitenin bu amfisi yaratıldığından beri bu kadar dolu görülmediğini söylemişti. 

Geçmiş dönem Hahambaşı Rav David Aseo ile beraber çalışmalarınızdan ne gibi tecrübeler edindiniz?

En büyük nasihati, kulağı ağzından fazla kullandı. (Az konuş çok dinle). Hele ki basınla konuşacağın zaman 5 kere düşün derdi. İkinci olarak kendi dışardaki hayatında gezerken bir asalet vardı onda aynı lort gibiydi. Eski ekol olduğundan. 

Hahambaşılık nedir? Hahambaşı olmanın sorumlulukları nelerdir? Bize biraz Türkiye’deki hahambaşılığın tarihinden bahsedebilir misiniz?

Kendi yaşamının çoğu kısmını kısıtlamalı, milletin gözü önündeyiz ve hahambaşı çok sorumlulukları var. Dikkat etmeliyim. Yediklerime, söylediklerime dikkat etmeliyim. Ben bir hata işlersem kimse unutmaz, doğru yaptığımda çok hatırlamaz. Hata yapmaktan kaçınılması gerek çünkü bu görevin bir temsilciliği var.

Kaynakça

Alalu, S., Arditi, K., Asayas, E., Basmacı, T., Ender, F., Haleva, B., . . . Yanarocak, S. (2018). Yahudilikte Kavram ve Değerler. İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın.

Behmoaras, L. (1993). Türkiye’de Aydınların Gözüyle Yahudiler. Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.

Besalel, Y. (2014, Temmuz 24). Cumhuriyet tarihinde Yahudiler ve meslekleri. Şalom Gazetesi: http://www.salom.com.tr/arsiv/haber-91856-cumhuriyet_tarihinde__yahudiler_ve_meslekleri.html adresinden alındı

Besalel, Y. (2014, Haziran 18). Osmanlı Devleti hizmetinde Yahudiler. Şalom Gazetesi: http://www.salom.com.tr/arsiv/haber-91472-osmanli_devleti_hizmetinde_yahudiler.html adresinden alındıYetkin, Ç. (1996). Türkiye’nin Devlet Yaşamında Yahudiler. İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın.


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks