Deneme

GÜNEŞE AŞIK OLAN KIR ÇİÇEĞİ

By

O güneşti, diğeri ise en çılgınlarından bir kır çiçeği. O en kuvvetli parlayan yıldız, insanların yüzlerinde gülücükler açtıran, gönülleri rahatlatandı. Bir kaçamaktı, bir tatildi. Günün güzel geçeceğine dair bir umuttu, bir tılsımdı belki. O parladıkça etrafındakiler parlıyor, canlanıyor, şenleniyorlardı. Onun büyüleyen, sıcacık ışığında boğulmayı her şeyden çok arzuluyordu bu kır çiçeği. Kaldırım aralarından, yollardaki çatlaklardan, fırsat bulduğu her yerden çıkarıyordu kafasını yer üstüne, hasret kaldığı güneşi tekrar teninde hissedebilmek için. Onun ısısını hissettikçe sevinçten çıldırıyor; daha güçlü, daha güzel, daha cıvıl cıvıl olmak için enerji buluyordu kendinde. 

Her ne kadar kır çiçeği sürekli güneşin yanında olmak istese de güneşin başka sorumlulukları vardı. Saatlerce gökyüzünde süzülür sonra birden bire ufuk çizgisinden akar, kaybolup giderdi. Başka diyarlarda başkalarını ısıtması, aydınlatması, onarması gerekiyordu. Güneş her kaybolduğunda kır çiçeği içine kapanırdı. Yapraklarını kendi etrafında bir kundak yapar, kendi kendini teselli eder, güneşin gülümsemesine tekrar kavuşabilmek için can atardı. Bu döngü her gün böyle devam ederdi. Tan vaktinin zifiri umutsuzluğu kırmasıyla içindeki heyecan kıvılcımlanırdı kır çiçeğinin. Güneşin tatlı aşkında sarmaş dolaşken adeta sarhoş olurdu mutluluktan. Ufuk çizgisi güneşi kendine doğru çektikçe içi parçalanırdı kır çiçeğinin, ama güneşi tutamayacağını biliyordu. Isısında değil, hasretiyle tutuşacaktı tüm gece, o kelimelerin kifayetsiz kaldığı hissi tekrar yaşayabilmek için. 

Fakat gün gelirdi, güneş daha da kuvvetli parlardı, kızartıp kavururdu her yeri. Göz kamaştırır ve büyülerdi herkesi, ama bir o kadar da mahvederdi. Onun kuvvetinin altında kuruyup kopardı kır çiçeğinin yaprakları. Büzüşüp kalırdı, susuz ve çıplak. Kendinden korkan güneş ise kapatırdı bulutlarla kendini. Saklanırdı onların arkasına, kır çiçeğine daha da fazla zarar vermemek için. Yağmuru yağdırırdı yaraları iyileşsin diye. Kır çiçeğinin yapraklarına düşen her bir damlacık derin bir nefes gibiydi. Rahatlatıyor, yumuşatıyor, canlandırıyordu onu. Tekrar aşık ediyordu onu güneşe. 

Gün geçtikçe bu inatlı dans devam ediyor, devam ettikçe yoruyordu aşıkları. Tekrar tekrar hüsrana uğrayan kır çiçeğinin yaprakları dökülmeye başlıyordu yavaş yavaş. Artık yanacak alacalı yaprakları kalmamıştı neredeyse. Kır çiçeğine iyi gelmediğini anlayan güneş ise artık parlayamıyordu eskisi gibi. Bir zamanlar en içten bir kahkaha iken şimdi en hafifinden bir tebessümdü. Bazen o kadar bile değildi. Yavaş yavaş ısısı azaldı. Uzaklaştırdı kendini kır çiçeğinden. İyice ufuğa teslim etti kendini. Ufuk onu zorla tekrar sürüklediğinde ise çoğunlukla bulutlarla kamufle ederdi kendini. Ara sıra şöyle bir çıkıp kır çiçeğini kontrol eder, tek bakışına dünyaları sığdırır, sonra çabucak battaniyesine sarılıp ufuğun kollarına sokulup kaybolur giderdi. 

Gittikçe daha uzun saatler karanlıkta kalan kır çiçeği, artık kendinden eser kalmadığını fark etti. Ne rüzgarda sallanan yaprakları kalmıştı, ne de kırık bir hayalin peşinden koşacak enerjisi. Derken güneş yeniden gökyüzünü aydınlatmaya başladı. İnceden tebessümü okşuyordu kır çiçeğinin narin bedenini. Her şeyden çok güneşin huzuruna kavuşmak istese de, artık ne kahkasının eskisi kadar canlı olmadığını ne de bulutlarının tadının aynı kalmadığını biliyordu. Her zamanki gibi güneş ufukla bir olduğunda kır çiçeği gecenin aslında karanlık olmadığını fark etti. Zifiri umutsuzluğun yerini yumuşak bir çivitotu gecesi almıştı. En ortasında ise bembeyaz bir serap. Bir liman, bir sığınak. Güneşten izler taşıyordu elbette ama o daha narindi, daha yumuşaktı. Onunla güvendeydi, bir daha yanmayacaktı. Ve artık kır çiçeği korkmuyordu karanlıktan.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks