Öykü

KÖR NOKTA

By

Saate baktı. Tam yediyi kırk beş geçiyordu. Buluşma saatini sekiz buçuk olarak belirlemişlerdi. Aynanın karşısına geçti, kendine karşı tarafın gözünden bakmayı denedi. Ortalamadan biraz kısa boyluydu, hafif kilolu bir yapısı ve kendini bir adım önden tanıtan naçizane bir göbeği vardı. Saçları seyrelmeye başlamıştı, her gördüğünde “Genetik canım!” diye içinden geçirirdi. Ayna karşısında kendi kendine birkaç cümle sarf edip, konuşma sırasında nasıl göründüğünü hesap etmeye çalıştı. “Muhasebeciyim ben de, evet evet, biraz yorucu bir iş.” Arkadaşları kimi zaman onun konuşurken peltekleştiğini söylerdi, herhalde bu yüzden ilk kez tanıştığı biriyle konuşmayı çok sevmez, olabildiğince kısa kesmeye ve göz temasından kaçınmaya çalışırdı. Ayna provalarıyla bunu biraz olsun yenmeye çalışıyordu. Evden çıktığında saat sekiz olmak üzereydi. Şişli’de bir restoranda buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Otobüsten indiğinde neden kalabalık semtleri sevmediğini bir kez daha hatırladı. Buralara gelmeyi hiç sevmiyordu, sanki büyük bir insan kalabalığı özellikle üzerine üzerine yürüyor gibi hissediyordu. İşyeri ile evi arası yalnızca on beş dakika idi, zaten fazla da dışarıda olmayı sevmezdi. Hayatı duvarların arasında geçiyordu ancak bundan şikayetçi değildi. Restoranı dışarıdan gördüğü ilk anda kendini rahatsız hissetti, avuçları terlemeye başlamıştı. İşte böyle lüks yerlerde kendini huzursuz hissediyordu, sanki kimse onu oraya yakıştırmıyormuş gibiydi, hayır hayır kesinlikle oraya ait değildi. Restorana girince ne demesi gerektiğini bilemedi, kekeleyerek “Re-rezervasyonum vardı” dedi, “Adem Ünlü” adına. Mum ışığıyla aydınlanan bir masaya götürüldü, sandalyesi çekildi. Böyle şeyler onu utandırıyordu, sanki bunların hiçbirine layık değilmiş gibi hissediyordu kendini. Çiğdem’i daha önce hiç görmemişti. Tam anlamıyla bir “kör buluşma”ydı. Birilerinin tavsiyesiyle hareket etmeyi sevmezdi, hele evleneceği kişiyle bu şekilde tanışmak hep saçma geliyordu ona. Ancak geçen ay evlenen iş arkadaşı, onun bu konu hakkında daha çok düşünmesine neden oldu. Otuz altı yaşındaydı, yalnız yaşıyordu. Ara sıra, yaşlandığında yalnız olacağı düşüncesi yokluyordu, geldi mi de gitmek bilmiyordu namussuz. Artık evlenmek istiyordu, evet başka seçenek yoktu. Ev ve iş arasında mekik dokuduğu hayatına birini alması her geçen gün zorlaşıyordu. Bugünkü buluşma da iş arkadaşı sayesinde olacaktı. Bir yemek molasında Çiğdem’den bahsetmişti ve evlilik için harika bir aday olduğunu söylemişti.

İçeri bir kadın girdi, Çiğdem olduğunu o kadar düşünmemişti ki kadının yüzünü incelemeye bile gerek görmedi. Tekrar kapıya doğru bakarken oturduğu masaya birinin yaklaştığını hissetti. Kafasını çevirdiğinde kendisine uzatılan eli gördü “Adem?”, “Merhaba, Çiğdem ben.” Tam Çiğdem’e bakmıştı ki bir anda feci şekilde boş bulundu, gözü Çiğdem’in göğüslerine kaydı. Derin dekolteli bir bluz giymişti. Çiğdem de bu kaçak bakışı fark etmişti ki “Seni hınzır seni,” der gibi göz devirdi. Adem daha da utanıp hemen kafasını salladı: “Çiğdem değil mi, hoş geldin.” Zaten adını söylemişti tekrar sorulur mu, salak belleyecek seni, diye düşündü kendi kendine. Evet kesin böyle düşündü işte, salağa bak dedi içinden.

– “N’aber Adem?”

– “İ-iyi Çiğdemciğim, çok şükür. Sen?” Çiğdemciğim mi?

– “Ben de iyi ya dondum gelene kadar, g*tüm açık geziyorum resmen hahahaha.”

– “E-ee-estağfurullah.”

Utançtan gözünü kaçırdı, ellerinde birleştirdi. Ne ayıp şeydi böyle konuşmak! Ev içinde bile denmeyecek şeyler gibi geliyordu ona. Küçükken ağzından kötü bir kelime çıkınca “Git lavaboya tükür,” derdi annesi. Ondan beridir bu kelimeleri kullanmazdı, alışkanlık işte… Garson siparişi almak için masaya geldi, Çiğdem garsonla kahkahalar eşliğinde konuşuyordu. Neye gülüyor olabilirdi ki bu kadar? Ayrıca neden bu kadar yüksek sesle gülüyordu? Herkes onlara bakıyordu kesin. Midesi ağrımaya başladı. Bir an önce garsonun siparişi alıp gitmesi için dua etti. Çiğdem’in her kahkahasında, Adem gözlerini başka masalara çeviriyor ve kimsenin onlara bakmıyor olmasını umuyordu. Sonunda siparişler verildi.

– “Eee anlat bakalım neler yapıyorsun, sıkıcı muhasebeci!”

– “Aynı valla, Allah’a şükür her şey iyi. İşler de yoğun bu ara, koşturup duruyoruz. Sen ne işle meşguldün?” Kıraathanedeki emmiyle konuşmuyorsa bu soru böyle sorulmazdı. Off, ne olurdu kadınlarla konuşmayı birazcık bilseydi…

– “Hahaha reklamcılıkla ‘meşgulüm’ hayatım. Ajanstan çıktım biraz dağıldım o yüzden kusura bakma. Eee muhasebecilik hayatı nasıl bakalım? Happy hour falan var mı sizin işyerinde, hahaha?” Happy hourun ne olduğunu sorma gafletine düşmeyecekti tabii ki, bilmediğini geçiştir, bilmediğini geçiştiiir, diye düşündü. Sanki her gün bir ilk buluşmaya gidiyormuş gibi dirseklerini masaya dayayıp konuşmaya başladı, kendine güvendiğini göstermesi gerekiyordu. Hadi, yapabilirsin.

– “Yok ya, ne olsun bildiğin gibi hesap kitap. Başka bir şeye vakit kalmıyor valla, annemi bile görmeye gidemiyorum ne zamandır.”

– “Ayy, bilmez miyim, eski sevgilim de muhasebeciydi. Adam işten çıkıp eve gelene kadar saat on iki olurdu resmen, hiçbir şeye vakit kalmazdı.” Ne? Bu da böyle söylenir mi canım. Bir dakika eve gelirdi mi dedi o? Aynı evde mi yaşıyorlardı ki? Allahım sen koru.

– “E-eski sevgilin mi? Hmm, anladım.” Hemen bozulduğunu belli ederdi, mizacı buydu. Ama edepli kadın eski sevgilisinden böylece bahseder mi canım? Bir an kendisinin hiç “eski sevgilisi” olmadığı geldi aklına. İlkokulda sevdiği bir kız vardı Zeynep, bir de birkaç sene önce annesi uzaktan akraba bir kız göstermişti. Yalvar yakar kabul etmişti görüşmeyi.

Kendisi annesini alıp gitmiş, kız da halasıyla gelmişti buluşma yerine. Çaylar çorbalar derken, olmamıştı işte… Sonradan öğrendi ki kızın gönlü geçmemiş, beğenmemiş Adem’i.

– “Ay trip mi attın yoksa sen bana, kıskandın mı eski sevgilimi? Hahahaha.”

– “Yok canım, haddime mi? Senin bileceğin iş tabi.” Masada oradan oraya savrulan eski sevgili biraz tadını kaçırmıştı. Tuzlukla karabibere bakıp durdu, anlamlı bir şey düşünüyormuş gibi görünmeye çalışıyordu. Oysa aklından, böyle büyük büyük tuz mu olur yav kaya tuzu mu acaba, diye geçiriyordu.

– “Aman geçti gitti canım, evlenecek halimiz yok ya, çok uzun sürmemişti zaten.”

– “????”

Neyse ki garson ortamdaki havayı bıçak gibi kesti: “Siparişler.” Önüne konan tabaktan gözlerini ayırmıyordu. Böyle utangaç bir çocuk gibi görünmekten nefret ediyordu ama biriyle konuşurken gözlerini dikip bakamıyordu işte. Sanki karşısındaki içinden onunla dalga geçiyormuş gibi geliyordu. Çiğdem şarabından bir yudum alıp Adem’e, O’nu süzer gibi baktı. İkisinin aklından geçen şeyler siyah ve beyaz kadar farklıydı ancak son kartlar henüz dağıtılmamıştı.

– “Bir kadeh şarap yeterli diye düşündüm, sonrasında devam ederiz zaten.” Dedikten sonra Çiğdem oturduğu yerde kıpırdandı. Adem, tam bir şey mi oldu acaba, diye düşünürken bacağına değen bir şey hissetti. Çiğdem’in bacağıydı bu. Usul usul Adem’in bacaklarında geziniyor, Çiğdem de aynı anda tepkisini ölçer gibi Adem’e bakıyordu. O kadar şaşırdı ki ne yapacağını şaşırmıştı. Yine midesi… Gözlerini kaçırdı, gülümser gibi yapmaya çalıştı ama Çiğdem açıkça bir tepki bekliyor gibi gözünü ayırmadan Adem’e bakıyordu. Ne denirdi ki böyle bir durumda? Hay Allah.

– “Ne?”

– “Ba-bacağın, üşümüş.” Bu kadar alakasız bir cümleyi kendisi de beklemiyordu.

– “Soğuk yedin herhalde gelesiye kadar.” Daha ne kadar saçmalayabilirdi acaba? Hemen bacağını çekti Çiğdem, ifadesiz şekilde yemeğini yemeye koyuldu, sinirlenmiş gibiydi. Off, neden yaptı ki bunu şimdi? Acilen bir şey söyleyip havayı dağıtması gerekiyordu.

– “Kü-küçük bir yeğenim var benim de, üç aylık. Çok tatlıdır ablası, bir görsen…” Yanlış bir yerden mi girdi acaba?

– “Aaa, ne güzel.” Çiğdem ilgisini kaybetmiş gibiydi. Hay allah, ne yapması gerektiğini bilemedi, eli ayağı iyice dolandı. Yemekler de bitmiş sayılırdı. Kendisini beğenmiş miydi? Ne diyecekti kendisi hakkında? Bir daha görüşürler miydi ki? Çiğdem de sonun yaklaştığını hissetmiş olacak ki son hamlesini yapmaya karar verdi.

– “Adem baksana ya, biraz baydı beni burası başka bir yere mi geçsek? Bana gidebiliriz mesela ev müsait.” Abovvvv! Gözleri yuvalarından fırlayacaktı. Herhalde yanlış anlamadı Adem. Şey teklif ediyordu işte, resmen şey. Tövbeler tövbesi!

– “E-es-tağfurullah Çiğdem o nasıl laf!” Bu, bardağı taşıran son damla oldu. Çiğdem’in sesi yükseldi.

– “Eeeeeeh yeter be, hacı mısın hoca mısın ne boksun sen ya? Sabahtan beri ‘inşallah maşallah’ içim şişti ulan. Sohbet evine mi geldik? Zemzem Fm mi lan burası?” Şakaklarından ensesine doğru güçlü bir ağrının yayıldığını hissetti. Midesi artık hepten kramp geçiriyordu. Hayatında belki kimse ona böyle şeyler dememişti, hem niye desindi ki? Çok utandı. Utanmak ne kelime, utancı iliklerine kadar hissetti. Birkaç saniye sonra buz kesmiş bedenini oynatabildi, kafasını kaldırıp Çiğdem’e baktı. Karşısındaki bu kadınla paylaşacak hiçbir şeyi olmadığı ancak o an büsbütün dank etmişti. Hiçbir şey söylemeden yerinden yavaşça kalktı, ceketini alıp ağır hareketlerle kasaya yöneldi, hesabı ödedi. Tüm bunları yaparken gözlerini yerden bir an bile ayırmıyordu. Garsonun gülerek açtığı kapıdan çıktı. “Yine bekleriz, iyi akşamlar efem!” “Beklersin beklersin, kesin beklersin” diye geçirdi içinden. Hava iyiden iyiye soğumuştu. Ceketini giydi, yürümeye başladı. Bu akşamın hiç yaşanmamış olmasını öyle çok isterdi ki… Telefonu çaldı, iş arkadaşı arıyordu.

– “Aşk olsun Adem! Ne yaptın kıza bu kadar, sinir küpüydü resmen. O kadar sinirliydi ki hem ben sa… Çat. Kapattı telefonu. Belki de insanları anlamıyordu, yanlış mı yapıyordu? Hayır, insanlar yanlıştı işte. Olmaz ki canım! Eve varmak üzereydi, kapıya doğru yürüyordu ki telefonu bir kez daha çaldı. Direkt kapatmak üzereydi ki ekranda annesinin adını gördü.

– “Buyur anacığım.”

– “Adem nasılsın oğlum? Bak ne diyeceğim sana, Sevilay Yenge’ni hatırlıyor musun? Bildin mi, heh işte onun bir yeğeni varmış. Görsen bir içim su, okulunu da bitirmiş bu sene. Ev işlerinden de anlıyormuş. Görsen ne iyi kız! Ama dedim zaten benim oğluma da böylesi yakı…

“İnsan hikayeleri benim için keşfedilmeyi bekleyen uçsuz bucaksız bir maden gibi, ona ulaşmak için en derini kazmak gerekir.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks