Öykü

MR. DALLOWAY

By

Yağmurlu bir İstanbul sabahıydı. Şemsiyesini almadan dışarı çıkmıştı Erdem. Dalgalı saçları ve gözlüğü ıslanmaya başlayınca hava durumuna bakmadan sokağa çıktığı için kendine kızdı içinden. Soğuk havaları sevse de yağmuru sevemezdi bir türlü. Kasvetli havalar içini karartırdı. Neyse ki mahallesinin sınırları içinde kısa bir işi halletmesi gerekiyordu. Akşamki yemek için biraz malzeme ve bir şişe kırmızı şarap alacaktı marketten. Aslı ve sevgilisi Cemre, yemek konusunda çok seçici davrandıkları için onların sevdiği sebzeli soteyi yapıp yanında biraz püreyle servis edecekti. Şarap olarak da Aslı’yla üniversite yıllarında bir kere içip tadını unutamadıkları Cabernet Sauvignon’dan alacaktı. Arkadaşlıklarının dönüm noktalarından birini kutladıkları zamanda içtiği bir şaraptı Cabernet. Yeniden o hissi tatmak istiyordu. Gençken çakırkeyif olduğunda yaşadığı o sonsuzluk hissini, diriliği ve yaşama arzusunu. Hayatın ne getireceğini bilemediği o yıllardaki belirsizliği, endişeyi yeniden deneyimlemek istiyordu. En çok da dinmek bilmeyen merakını ve cesaretini özlüyordu içten içe. Hayallerini gerçekleştirmek için verdiği çabasını hatırlayıp iç geçiriyordu son günlerde. Monotonlaşmaya başlayan bu yetişkin hayatında yeni maceralar arıyordu durmaksızın. Yaşamının durağanlığına meydan okumayı, yeni bir güne daha uyanmamış olmayı istediği bu haleti ruhiyeden kendini çıkarmak için uğraşıyordu.

Marketten aldığı malzemelerle caddeden aşağı doğru dar kaldırımda yürürken karşısına çıkan küçük çiçekçi dükkânına takıldı bir anda gözü. Bir buket çiçek alıp sofrayı onlarla donatsam mı diye geçirdi aklından. Çiçekler ona hep farklı hisler çağrıştırırdı. Kimi zaman hüzün kimi zaman tarifi olmayan bir mutluluk uyandırırdı içinde. Son günlerde yaşadığı hisleri anlamlandıramadığı için bir kez daha cezbetmişti onu bu gizemli bitkiler. Göktuğ’nun da çok hoşuna giderdi hem. Erdem ne zaman eve çiçek alıp gelse Göktuğ ona “Mrs. Dalloway bugün nasıllar” diyerek takılırdı. Kedileri Kaşmir, aldıkları çiçekleri yemesin diye hemen vazoya koyup balkona kaldırırlardı. Bu sefer de aynısının olmaması için Kaşmir’i birkaç saatliğine odada tutmam gerekecek diye düşündü Erdem. Çiçekçiye girdiğinde karşısında bir demet kıpkırmızı gül gördü. Güllerin kırmızısının tüylerini diken diken ettiğini hissetti. Uzun zamandır hasret kaldığı tutkuyu çağrıştırmışlardı kafasında. Diğer çiçeklerle birlikte güllerden de bir buket yaptırıp evinin yolunu tuttu.  

Apartmanın önüne geldiğinde kapıyı açabilmek için elindeki çiçekleri ve market malzemelerinin olduğu çantasını bırakması gerektiğini fark etmişti ki bir anda alt komşusu Cemal kapıyı açıverdi. Ayaküstü bir muhabbete daldılar. Cemal bir gazetede editör olarak çalışıyordu ve kız arkadaşıyla birlikte yaşıyorlardı. Çalıştığı gazete tenkisat nedeniyle bir sürü arkadaşını işten çıkarmıştı. Cemal sıranın bir gün ona gelmesinden endişe duyduğunu bahsetti. Erdem’in elindeki çiçekleri görünce de “hayırdır ne için bunca çiçek” diye sordu. “Yakın bir arkadaşımı ağırlıyorum bugün, akşam yemeğine geliyor yeni sevgilisiyle birlikte ” diye karşılık verdi Erdem. Cemal, Göktuğ’ya selam söyleyip Erdem’in yanından ayrıldı.

Evin kapısını açar açmaz Kaşmir, Erdem’i kapıda karşılayıp bacağına sürtündü. Erdem, ellerindekini bırakıp ilk iş Kaşmir’i çalışma odasına kapadı. Bolca öpüp sarıldı, ödül olarak da bir konserve ton balıklı yaş mama verdi. Evde yapılacak çok iş var diye düşündü içinden. Her tarafı toparlayıp, yemek yapmaya koyulması gerekiyordu bir an önce. Göktuğ, Ağva’daki gezilerinde çekildikleri analogları bastırmak için Sirkeci’deki fotoğrafçıya gitmişti. Erdem, evde kalıp ona yardım etmesini söylese de Göktuğ uzun zamandır ertelediği için fotoğrafçıya gitmek istediğini söyledi. Gelirken de yeni aldıkları fotoğraf çerçevesine Erdem’in Aslı’yla gençken çekildikleri en sevdiği fotoğrafı koyduracaktı akşam hediye etmek için. Son zamanlarda Göktuğ’nun bencilce davrandığını ve önceliklerinin değiştiğini hissediyordu. Ne zaman bir konuda yardım istese hemen bahaneler üretip hiç de acelesi olmayan işleriyle kendi kendini meşgul etmeye başlamıştı çünkü. Yüzeyinde son derece sağlıklı ve mutlu bir ilişkileri var gibi görünse de derinlerde bir yerde çatlaklar oluşmaya başlamıştı. Erdem, ilişkilerinin sallantıda olduğunu, iyiye gitmeyen bir şeylerin olduğunu sezer gibiydi son günlerde.

Evi temizlemeye ara verip kendine sert bir kahve yaptı, mutfağa girmeden önce enerjisini toparlayabilmek istiyordu. Annesinin ona hediye ettiği kupaya koyduğu kahvesinden bir yudum alacaktı ki kapının çaldığını duydu.

Part II

Gelen kız kardeşiydi. Didem içeriye girer girmez sıkıca sarıldılar. Bir taraftan doktorasını bitirmeye uğraşıp bir taraftan da evinin yakınındaki bir kafede yarı zamanlı garsonluk yaptığı için aşırı yoğun geçiyordu kardeşinin hayatı. Ayda iki kez zar zor görüşür olmuşlardı. Erdem kardeşine doktorasını bitirene kadar maddi anlamda destek çıkmayı teklif etse de Didem kabul etmemişti. Oldum olası kendi ayakları üzerinde durmayı isteyen biriydi kardeşi. Kapının kapanma sesini duyar duymaz Kaşmir içerdeki odadan miyavlamaya başladı. Ne zaman gelse Didem’in dibinden ayrılmaz, sürekli kucağına tırmanmaya çalışırdı. “Noldu da geldin, sen uğramazdın abine?” dedi Erdem sırıtarak. “Kadıköy’de ufak bi işim vardı onu hallettikten sonra da uğrayayım dedim” diye yanıt verdi Didem. Gözleri Kaşmir’ aradı eve girer girmez. “Nerde benim minnoşum” diye sordu. Erdem kediyi odadan çıkarıp kardeşinin kucağına verdi. Annesinin evinden ayrılıp kendi evine taşınınca Kaşmir’i de yanında almıştı. Didem okulunun koşuşturması içinde bakamayacağı için üzülerek ayrılmıştı Kaşmir’den.

İki kardeş oturmak için içeri geçtiler. Kitaplar bir yerde, Kaşmir’in oyuncakları bir yerde salonun ortasında dağınık bir halde duruyorlardı. Erdem, kardeşine bir kahve daha yapıp getirdi ve konuşmaya başladılar uzun uzun. Didem kahvesinden içtikçe Erdem de bir taraftan salonu toparlamaya başladı. Akşam arkadaşlarının geleceğinden, Göktuğ’nun dışarda olduğundan, tek başına bütün işlere koşuşturmaya çalışmaktan yorulduğunu anlattı. Son günlerde kafasını derinden derine kurcalayan meseleyi irdelemeye başladı bir anda. Hiçbir şeyden eski tadı alamadığını, karmaşık hislerini kelime kelime tarif etmeye çalışıyordu. Bütün bir gençliği boyunca bugünlere gelmek için ne kadar çok uğraştığını ve nihayet o noktaya gelince yaşadığı tatminsizlik hissini anlamlandıramadığından yakınıyordu kardeşine. Göktuğ’yla olan ilişkisinin çatırdamaya başladığını, eskisi gibi yakın hissedemediğinden yakındı. Bir taraftan içini döküp diğer taraftan evi toplamaya çalışıyordu ki çiçekleri koyduğu seramik vazoyu düşürüp kırdı. Bütün her şeyin ters gittiğinin, iç huzurunun ellerinden kayıp gidişinin bir yansıması gibiydi sanki o vazonun kırılması. Seramiğin üzerindeki yaprak desenleri de parçalarına ayrılmıştı salonun orta yerinde. Sonbahar gelince dökülen yaprakları çağrıştırıyorlardı adeta. Vazonun kırıklarını toparlamaya çalışırken yere çöküp sessizce beklemeye başladı. İkisi de sessizlik içinde birbirlerine bakıyorlardı. Didem ayağa kalkıp yerdeki vazonun kırıklarını toparlamaya başladı. Sessizliği bozup abisini teselli etmeye çalışarak yanına çömeldi. Geçen hafta yaşadığı bir olayı anlatmaya başladı. Çalıştığı kafedeki bir iş arkadaşı ilaç içip intihar etmişti. Uzun zamandır depresyondaydı ve psikolojik destek gördüğünü söyledi çocuk hakkında.

“Bir gün daha yaşamak istemiyorum artık katlanamıyorum hiçbir şeye diye de not bırakmış annesine”

“Kaç yaşındaydı?”

“23’tü sanırım, üniversite son sınıfı bitirmeye çalışıyordu”

“Daha çok küçük” dedi Erdem.

İki haftadır kafasını bunun kurcalayıp durduğunu anlattı Didem. Yatıp kalkıp aklına geldiği için nasıl hissetmesi gerektiğini çözemediğini söylüyordu abisine. Kendi içinde yaşadığı buhranlar sonrası Erdem’in de bütün hislerini allak bullak etmişti kardeşinin anlattığı olay. Kendi hayatında geriye bakıp defalarca eşikten dönüp yürümeye devam edişini anımsatmıştı bu çocuk. Bir yeni güne daha uyanmak istememenin nasıl bir his olduğunu biliyordu çünkü. Geleceğini düşündükçe yaşadığı karamsar ruh halini, Göktuğ ile karşılaşmadan önce hissettiği yalnızlığı ne de çabuk unutmuştu diye anımsadı. Yaşamında elde ettiklerine, kat ettiği onca yola dönüp bakıvermesini sağlamıştı bu çocuğun hikâyesi. Didem’e dönüp sarıldı. İkisi de dakikalarca yerden kalkmadan oturmaya devam ettiler. Uzun zamandır Göktuğ ile yaşayamadığı yakınlığı, insani birlikteliği hissetti kardeşine sarılırken. Günlerdir yaşadığı ruhsal bunalımın birisiyle konuştukça, içini açtıkça biraz olsun dindiğini hissetti.

Kalkıp gülüştükten sonra birlikte salonu topladılar. Didem abisiyle daha çok vakit geçirmek istediğini söyledi. “Her fırsatta kaçıp geleceğim” yanına dedi Erdem’e. Belki de kardeşinin bu ziyareti öylesine bir ziyaret değildi diye düşündü içinden. Kardeşi de uzun zamandır belli birtakım hissiyatlarını, kasvetli ruh halini kendine yakın gördüğü biriyle paylaşmayı istiyordu. Didem çantasını alıp kapıya doğru yöneldiğinde Kaşmir’le vedalaştı. Tam kapıdan çıkarken de apartmanın merdivenlerinde Göktuğ ile karşılaştılar. Ayaküstü iki dakika konuşup ayrıldılar. “Abime iyi bak yoksa bozuşuruz” diye şakalaştı Didem giderken. Göktuğ da elindeki çerçeveyi Erdem’e verip eve girdi.

Part III

Saat akşam sekizi gösterdiğinde Aslı ve Cemre kapı zilini çalmışlardı. Göktuğ aceleyle kapıya bakıp misafirlerini karşılamaya gitti. Erdem de fırından çıkardığı sebze yemeğini masaya koyup hemen Aslı’yla Cemre’yi karşılamaya koştu. Aslı uzun süredir şehir dışında olduğu için Erdem’le görüşemez olmuşlardı. Sıkı sıkı sarılıp hasret giderdi iki eski dost. Cemre’yle de daha önce kısa süreliğine tanışma fırsatı bulmuştu ama uzun uzadıya oturup konuşmamışlardı hiç. En yakın arkadaşını son aylarda bu kadar mutlu eden kadını tanımak için sabırsızlanıyordu Erdem. Normalde uzun ilişki insanı olmayan Aslı için 5 ay umut vadeden bir süreydi. Aradığı kişinin Cemre olduğunu sayıklar olmuştu her konuşmalarında.

Elimiz boş gelmeyelim diye tatlı aldık size” dedi Aslı.

Ne gerek vardı zahmet ettiniz o kadar” diye karşılık verdi Göktuğ.

Yemek masasına geçip oturduklarında Erdem, Göktuğ’nun çerçevelettiği Aslı’yla üniversite yıllarında çekildikleri fotoğrafı getirdi. O fotoğrafı çekildikleri günden beri akıllarında olan bir şeydi çerçeveletmek. Ancak yıllar içerisinde bir türlü yapmak için fırsat bulamamıştı ikisi de. Neyse ki Göktuğ’nun aklına gelmişti bu incelik. Aslı’yla uzun yıllardır tanışıp iyi anlaşmalarına rağmen Erdem, ikisi arasında hep bir çekişme ve rekabet hissinin olduğunu sezerdi. Yirmili yaşların sonuna gelip otuzları yaşamaya başladıkça o rekabet hissinin de yavaş yavaş söndüğünü gözlemlemişti. Belki de bunlar hep kendi kafasındaki sanrılardı. Ya da o kadar narsistti ki hayatındaki iki değerli insanın da onu paylaşmak için rekabet içinde olduğunu varsaymak istiyordu. Son günlerde hissettiği ruhsal bunalımın da bu hissi yeniden tetiklediğini, gün yüzüne çıkardığını düşünmeye başlamıştı. Neyse ki Göktuğ bu fotoğrafı çerçeveletme fikriyle gelmişti ve kafasının içindeki sanrılar az da olsa dinebilmişti.

Aslı ve Cemre beş ay önce ortak bir arkadaşlarının doğum gününde nasıl tanıştıklarını anlattılar. Aslı konuştukça Cemre bazen araya girip espri yapıyor bazen de onun cümlelerini tamamlıyordu. Aralarında iyi bir uyum ve koparılması güç bir bağın olduğu her hallerinden belliydi diye düşündü Erdem içinden. Onlar konuştukça Göktuğ ile yaşadıkları ilk ayları hatırlamaya başladı. Hevesliydiler. Aşktan, onun getirdiklerinden sarhoş olmuş gibi bir halleri vardı. Yıllar geçtikçe bütün o hislerin nasıl da birer birer onları terk ettiğini fark ediyordu. Gençken yaşadıkları kimi zaman spontane gelişen kimi zaman da büyük bir şevkle planladıkları o maceralara özlem duyuyordu. O günleri yeniden yaşayabilmek için neleri vermezdi diye geçirdi aklından.

Yemekler yenip kadehler yudumlandıkça sofrada farklı farklı konular konuşulmaya başlanmıştı. Göktuğ ve Cemre bir anda kaynaşıp tercümanlık üzerine bir muhabbete dalmışlardı. İkisi de daha sonra hava almak için balkona çıkarak sohbetlerine orda devam ettiler. Bu sırada yemek masasında Erdem ve Aslı baş başa kalmışlardı. Erdem hasret giderdikleri bu eğlenceli sofrada içinden geçtiği ruhsal bunalımı yansıtmamak için elinden geleni yapsa da Aslı bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.

“Biz konuşurken yüzün düştü, fark etmedim sanma. Noldu sana?” dedi Aslı.

“Kardeşim ziyaret etti beni bugün” diye karşılık verdi Erdem.

Bütün samimiyetiyle onun kafasını kurcalayan her şeyi üstün körü anlatmaya koyuldu. Sanki kız kardeşinin ona yaptığı ziyaret bir şeylerin tetikleyicisiydi. Uzun zamandır içini dökmeyi, yaşadığı tatminsizliğin gün yüzüne çıkmasına yardımcı olmuştu onunla konuşmak. Daha sonra intihar eden çocuktan bahsetti Aslı’ya. Nasıl da ona benzediğini, kendi gençliğini anımsattığını anlattı. Geriye dönüp baktığında bu günler onun için bir ufuk çizgisiydi çünkü. O çizgiye vardığında ne olacağını ya da varıp varamayacağını düşünürdü o yaşlarda. Bugünlerde de kafasını kurcalayan nihai sorunun, adını koyamadığı bunalımın bundan kaynaklandığını fark etmişti. İstediği noktaya gelip, hayatta ona yeni bir güne uyanmak için gerekli şevki veren o amaç artık yoktu. Hedeflerine ulaşmış, kendi ufuk çizgisini görmüş gibi hissediyordu. Göktuğ ile ilişkilerinin rotadan çıktığı düşüncesi de bütün bu kasvetli ruh haline tuz biber olmuştu.

Aslı üniversite yıllarından beri Erdem’i tanıdığı için sinir krizinin eşiğinde olduğunda çoğunlukla duygusal destek için yanında olmuştu. İkisi de bugünlere gelmelerinde birbirlerine çok şey borçluydular. Şuanda içinde bulunduğu bu bunalımdan, düşüncelerinin yaşattığı karmaşadan çıkabilmek için de Aslı’ya ihtiyaç duyduğunu hissetmişti. Aslı, hayatın ona sunduğu küçük şeylerden haz almasını iyi bilen biriydi. Bu yüzden Erdem’in yaşadığı buhrana farklı bir yerden bakmasına yardımcı olurdu. Bu çocuğun intiharının da Erdem’in içinde tetiklediği varoluşsal sancıya sebebiyet verdiğini görebiliyordu. Kendisi gibi Erdem’in de o küçük hazların peşinde koşması gerektiğinin ona iyi gelebileceğini söyledi.

“Bazen ben de hayatın karmaşası içinde sorumluluklarımın altında eziliyormuş gibi hissediyorum. Hiçbir şeyde iyi değilmişim gibi, çabaladıklarımın karşılığını alamayacakmışım gibi… Cemre’yle tanıştığımdan beri hayatıma eskisi gibi bakabilir oldum ama. Kafamı yiyip bitiren düşüncelerin kıyısındayken bana neden yaşamamı hatırlattığı için. Her sabah uyandığımda onu yanımda görebilmenin verdiği küçük hissin peşinden gider oldum iyice.” dedi Aslı.

Göktuğ ve Cemre üşüyerek balkondan içeri girdiler. Cemre’nin ertesi gün erken saatte işi olduğu için kalkmaları gerekti.  İkisi de ağırladıkları için Erdem ve Göktuğ’ya teşekkür edip gittiler. Kapıyı kapadıktan sonra Göktuğ ile göz göze geldi Erdem.

“Sence de artık bu günün sonlanması gerekmiyor mu?” dedi yorgun bir şekilde Göktuğ.

“Bilmem, sanırım haklısın” dedi Erdem ve yanağına bir öpücük kondurdu.

Evin dağınıklığını toplama işini ertesi güne bırakıp Göktuğ’nun yanında yatağa girdi. Yaşadığı güne geri bakma fırsatı buldu uykuya dalmadan. Kardeşinin ziyareti, Aslı’nın tavsiyesi… Artık bu ruhsal durumun sonlanması gerektiğine kanaat getirdi kendi kafasında. Farklı bir şekilde bakmayı deneyecekti hayatına. Günlerin getirdiği küçük hazların peşinde koşmayı deneyip meşgul edecekti kafasını. Tatminsizlikleri geride bırakıp dümdüz önüne bakacaktı bundan sonra. En çok da kardeşinin anlattığı ve adını dahi bilmediği çocuk için yaşamaya devam edecekti. Çaba sarf edip tüm gücüyle tutunacaktı bu anlamlandıramadığı dünyaya. Yeni bir güne daha uyanabilmek için.

KAYNAKÇA

Cunningham, M. (1998). The Hours. New York: Picador.

Woolf, V. (1925). Mrs. Dalloway. New York: Brace and Company.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks