Öykü

VE EV

By

 “Öldüm. Mezarımı gördüm. Yer açsın eski ölüler hemen, yeni ölülerine!”

Yeni taşındıkları evde o kadar mutsuzdu ki tüm gün odasında pesimist sözlere sahip punk şarkıları dinliyordu Kaan. Günün çoğunluğunu odasında geçirip bazen yarım bıraktığı illüstrasyonlarını çiziyor bazen de saatlerce izlediği filmlerde kendini izlediği karakterin yerinde hayal ediyordu. Hayal etmek… Bu şehirden en hızlı kaçabilmenin bir yoluydu onun için.

Annesinin yemek hazır diye bağırdığını duyduktan sonra aslında hiç de aç olmadığını fark etti ama bu akşam da o sofraya oturmazsa babasıyla tartışacağını biliyordu. Babasına göre hayatta hiçbir amacı yoktu. Sanki dünyaya gün doldurmak için gelmişti. İnsana kendini işe yaramaz hissettirmede oldukça başarılıydı. Aklında yine bu düşünceler varken gözü köşedeki aynaya takıldı. Fazla yer kaplaması dışında aynayı sevmişti ama sürekli gözüne çarpması onu rahatsız ediyordu. Aynaya yansıyan yüzünde yine o bıkkınlık ifadesini gördükten sonra salona indi. 

“Artık tek söylenişte gelebiliyorsun demek. Yemeğe çağırmak için davetiye göndermeyi düşünüyorduk yine bizi duymazlıktan gelseydin.” Annesinin bu iğneleyici laflarına alışıktı. Karşılık verseydi tartışmaya dönecekti söylediği sözler. Bu da istediği en son şeydi. Sessizce yemeğini yiyip tekrar odasına kaçmayı planlıyordu.

 “Odanızda sakladığınız bir şey mi var Kaan Bey? Ne yapıyorsunuz tüm gün tek başınıza? Arada şu salona da uğrayın da iki çift muhabbet edip yüzünü görelim.” Babasının bu sözlerine ne karşılık verebilirim diye düşünürken zaman kazanmak için hemen su bardağını eline aldı. “Çizimlerimi tamamlıyorum. Projelerin teslim tarihi yaklaşıyor çünkü artık.” 

Bu geçiştirici cevaptan sonra yine ülke siyasetinin vasatlığından konuşuldu. Yan evdeki komşuları Levent Bey’in evine gelen kadın arkadaşlarının dedikodusu yapıldı. Boşandığından beri eve girip çıkan belli değildi. Anne ve babasının yine bu ahkâm kesen sohbetine daha fazla maruz kalmamak için hızlıca yemeğini bitirmeye çalıştı. 

Ayağa kalktığı sırada annesi durdurup: “Kolilerin içinde kitapların duruyor hâlâ. Taşındığımızdan beri boşaltmanı bekliyorum. Lütfen bu akşam hepsini düzenle.” Annesinin bu sözlerine göz devirerek tamam diyen Kaan’a ikinci bir emir de hemen ardından gelmişti. “Koridordaki diğer odaya da girmeye çalışma lütfen. Bize bu evi kiralayanların kızının odasıymış. Hâlâ cesedini bulamadıkları için umutla bir gün dönmesini bekliyorlar. O odaya kimsenin girmesini istemiyorlar bu yüzden. Eve taşınırken özellikle bunu dile getirdiler.”  

“Anladım, girmem ben de merak etmeyin.’’ diye bağıran Kaan, odasının yolunu tutmuştu çoktan. 

Alfred Hitchcock’un The Birds filmini bitirdiğinde saat ikiye geliyordu. Birden akşamdan beri su içmediğini fark etti. Uykusu gelmişken aşağıya su içmeye gitmeye üşense de yataktan doğruldu. Bilgisayar ışığının kapanmasıyla da oda kapkaranlık kaldı. İzlediği film onu germişken birden karanlıkta kalmak onu fazlasıyla ürkütmüştü.  “Saçmalama Kaan, seneye liseye başlayacaksın. Karanlıktan korkmak için fazla büyüksün,” diyerek kendini telkin etmeye çalıştı. O sırada aynanın yanından geçerken bir hareketlenme sezdi. Aynaya bakmaya cesaret edemedi, zaten varlığı bile rahatsız ediyordu. Şarkı mırıldanmaya başladı birden. Kendini sakinleştirmeye çalışarak. 

Mutfaktan odasına geri dönerken annesinin koridordaki diğer oda için söyledikleri aklına geldi. Annesi ile konuşmayı uzatmamak için hiçbir şey sormamıştı, ama şimdi odanın içinde ne olduğunu öğrenmek için çıldırıyordu. Anahtar deliğinden bakmayı düşündü. Işıkları kapalı olan odada karanlıktan başka hiçbir şey göremedi. Her yer simsiyahtı. 

Kendi odasına geçtiği sırada tam kapıyı kapatırken bir ışık huzmesi gördü diğer odada.  Az önce kapkaranlık gözüken odadan gelen bu ışık da ne şimdi diye düşünen Kaan, terleyen eliyle tuttuğu su bardağıyla birlikte adım adım odanın kapısına yaklaştı yeniden. Yavaşça anahtar deliğine gözünü dayadı. Odanın ışığı yanıyordu şimdi. Işığın açık olması dışında bir gariplik göremedi. Ama nasıl olmuştu da az önce karanlık olan odanın ışığı şimdi açıktı? Anahtar deliğinden bakmaya devam ederken başını tam kapıdan çekip oradan ayrılacağı sırada belli belirsiz bir ses duydu. Sesi duymasıyla birlikte çığlık atarak elindeki bardağı yere düşürmesi ve bardak tuzla buz olması bir oldu. 

Gelen seslere uyanan annesiyle babası Kaan’ı koridorda yüzü bembeyaz olmuş bir şekilde gördü. “N’oluyor Kaan? Suratın kireç gibi olmuş.” Babasının sözleriyle yeni yeni kendine gelen Kaan, “Yoksa eve hırsız mı girdi? Bir şey mi gördün oğlum konuşsana!” diyen annesinin bu evhamlı halini görünce bir açıklama yapması gerektiğini fark etti. “Bir şey gördüğümü sanıp sendeledim. Merdivenlerden düşüyordum sadece,” dedi ve konuşmalarına fırsat vermeden devam etti. “Yorgunum, uyumak istiyorum,” deyip odasına geri döndü.

Yatakta uzanıp tavana bakarken anneannesinin kendisine küçükken öğrettiği tüm duaları hızlıca okumaya başladı. Bir yandan mantıklı bir açıklama bulmaya çalışıyordu kendi kendine. Yorganı üstüne çekerek bu gecenin bir an önce bitmesini diledi. Uykuya dalmaya çalıştığı sırada odada yalnız olmadığını fark etti. Yarı uykulu bir şekilde etrafına baktı. Gözleri aynaya ulaştığında, gözleri bir süre oraya takılı kaldı. Nefes alıp verişleri gittikçe hızlandı. O anda aynanın yanındaki komodinin üstündeki çerçeveyi fark etti. Daha önce bu çerçeveyi hiç fark etmemişti. Bu yüzden panikle tekrar gözlerini odaya çevirdi. Bildiği tüm duaları okumaya devam ederken çerçeveye doğru yaklaşıp eline aldı. Kendi yaşlarında mutlu bir kız çocuğunun fotoğrafı vardı. Annesinin bahsettiği sözler aklına geldi o an. Eski ev sahiplerinin bulunamayan kızlarıydı muhtemelen. Köşedeki örtüyü alıp gözlerini açmadan aynaya ilerleyerek çoktan yapması gereken şeyi yapıp aynayı örtüyle kapattı. Artık rahatça uyuyabilirdi.

Sabah yüzüne vuran gün ışığı ile uyandı. Dün geceki fotoğrafı hatırlar hatırlamaz hızlı bir şekilde yatakta doğrulup komodine baktı. Çerçeve yerinde yoktu. Oysa dün gece gördüğüne gayet emindi. Artık bu evde bir dakika bile kalmaya tahammülü yoktu. Evin ruhsuz halini, geçmişini, kilitli odasını ve dün gece yaşadıklarını düşününce ürperiyor, bu evde yaşamak için hiçbir sebep bulamıyordu. Bir an önce ailesini taşınmak için ikna etmek zorundaydı. Fakat önce bu evdeki gariplikleri ispatlamalıydı onlara. Bunu sadece kilitli odada gördüklerini onlara da göstermekle başarabilirdi. 

O an kararlı bir tavırla odadan çıktı. Dün geceki gibi anahtar deliğinden tekrar odanın içine baktı. Artık sabah olduğu için içerisini rahatlıkla görebiliyordu. İçeride eşyalar hiç kullanılmamış gibi duruyor ve hiç kimse gözükmüyordu. Beklemeye devam etti. Dizleri titremeye başlamış, anahtar deliğinden içeriye bakmaya devam ediyordu. Birkaç dakika geçmemişti ki odada bazı hareketlenmeler fark etti. Fakat her şey odada birinin dolaştığına emin olunamayacak kadar hızlı ve gerçeküstüydü. Biraz daha bekledi. Ardından beyaz duvarda bazı kırmızı lekeler oluşmaya başladığını gördü. Nefesini tutmuş neler olduğunu anlamaya çalışırken artık duvarda kırmızı lekeler yerine tek bir kelime yazıyordu. “Defol!

Korkudan donakalan Kaan’ı aniden hareketlendiren delikte gördüğü mavi bir gözdü. O an aklına gelen ilk şeyi yaparak aşağı koştu ve tüm gördüklerini anne ve babasına anlattı. “Söylediklerime inanın lütfen! İsterseniz gidin kendiniz de bakın!” dedi. 

“Odandan çıkmayıp saatlerce izlediğin o korku filmlerinin etkisinde kalmışsın belli ki. Biraz sosyalleşmeye çalışırsan böyle saçma sapan şeylerle karşıma gelmezsin,” diyerek azarladı babası. Kaan kendisini de ikna edecek mantıklı bir açıklama bulamayarak odasına tekrar döndü. 

Tekrar gece olduğunda gözlerini kırpmadan aynaya bakmaya devam etti. Birkaç dakika sonra kulağına bir kız fısıldar gibi olmuştu. “Kim var orada?” diye bağırdı hem tedirgin hem cılız bir sesle. Ama hiçbir yanıt gelmemiş ve başka da bir ses duymamıştı. Gözleri yorulmaya başlarken uykuya dalacağı sırada aynada bir şey yakaladı. Odanın yansıması aynada gözüküyordu, fakat tüm eşyalar farklıydı. Kesik kesik nefes alıp verirken gözlerini aynadan ayırmadan izlemeye devam etti. 

Uzun elbiseli mavi gözlü bir kız kapıdan odaya süzüldü ve yatakta yatan bir çocuğa gülümseyerek yaklaşarak ellerini boğazına götürdü. Tüm gücüyle sıktı boğazını. Gülümseyen yüzü artık öfke dolu bakışlara yerini bırakmıştı. O sırada çerçevedekiyle aynı kişi olduğunu fark etti. Uzun elbiseli mavi gözlü kız, ölene kadar onu boğmaya devam etti. Artık ölmüştü. 

Kaan korkuyla çığlık attığında aynadaki küçük kız başını bu kez ona doğru çevirmişti. Mavi gözleri ardına kadar açık, korkutucu bakışlarla tam gözlerinin içine bakıyordu. Panikle yere düşen Kaan’ın son duyduğu ses kapının gıcırtısıydı. Gözlerini tekrar yatak odasında açtığında derin bir nefes alarak rahatlamıştı. Sadece korkunç bir kâbustu diye düşündü. Ayağa kalkıp aynaya doğru döndüğünde gördükleri ellerini terletmeye başlarken dizlerini zayıf hissediyordu. Yerde yüz üstü yatıyor ve ailesi başında ağlıyordu. Yüzüyse… Hiç olmadığı kadar beyaz ve solgundu.

Sonra görüntüler ve sesler sonsuza dek kayboldu. 

İç sesin sıkıntısıyla yüzleştiğim metinleri yazıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks