Öykü

TUHAF BİR KIZ İSTEME

By

“Kız kurusu olmana ramak kaldı!”

Emel Hanım, ağlamaklı bir ciddiyetle söylendi. Figen’in serzenişlerine umursamazlığı karşısında, gülkurusu rengindeki elbisesinin sırtını iliklerken her düğmede daha da hiddetleniyordu. Figen’in gözleri, annesinin mengene kadar kuvvetli ellerinden kaçamadığı için bir türlü uzanamadığı çizim defterindeydi. En son üzerinde çalıştığı resim yine bir otoportreydi. Ama yıllardır alışık olduğu çizimlerinden farklı olarak kâğıttaki sureti, omuzlarından çıkıp bütün boynunu saran simsiyah bir kazak giyiyordu. Kızının susamış bakışlarını takip eden Emel Hanım, yarım kalmış resmi yarı gururlu inceledi. Yıllardır baba evinde “zıttırı bozuk” şeyler çizmemesi kuralını benimseyen kızının kulağına eğildi:

“Bak kıyafetli çizdiğinde ne kadar da cici. Bir dahakini de gelinlikli yap.” 

Ahşap evin alt katından gelen şangırtıyla Emel Hanım’ın gözleri irkilerek açıldı. Kızının yüzünde belli belirsiz oluşan muzip gülümsemeyi görmesine imkân yoktu. Alışılmışın ötesinde bir hızla koşarken kızına misafir tuvaletini bir kez daha kontrol etmesini emretti. Alt katta kopan canhıraş bağrışmalara onun tiz sesi de katıldı:

“Ayy, bak sen şu… Gelmelerine de çok az kaldı!” 

Annesinin sesi gürültüler arasında kaybolunca Figen, elbisesinin izin verdiği kadar bir atiklikle merdivenleri çıtırtı çıkartmaksızın ikişer üçer atlayarak çatı katına çıktı. Aile üyelerinin acı bir küf kokusuna terk ettiği küçük odanın kapısını açtı. Sararmış çarşafların örttüğü eski koltuklardan birinin altına eğildi. Eliyle tozlu parkeleri yoklarken kendi kendine söylendi: “Madem manavdan karpuz alır gibi kız seçeceksiniz…”

Kapı zilinin çınlamasıyla gözlerinde keskin bir parıltı belirdi. 

***

Kadınlar ancak belgesellerdeki arı sürülerinde görülen bir şevkle hizmet ederken buluşmanın önlenemez geriliminin yarattığı sessizlik misafir odasına hâkim olmuştu. Figen konuşulan her bir kelimeyi yan odadan duyabiliyordu. Kaynana adayı; kendine has tatlı diliyle, adetlerinde “gelin kızın ortalıkta olmaması” kuralının varlığından söz ettiğinde Figen yan odaya geçmişti. Ama yan odada olması tasarladığı planı yarı yolda bırakmasına engel değildi. İkide bir kuzenine, “çok saygıdeğer kaynanası”nın boşalmış çay bardağını doldurmasını tembihliyordu. Kuzeni, Figen’in bu ısrarını sorgulamadan kabul etmiş, Güzide Hanım’ın bardağının boşalmasını tetikte bekliyordu. 

Günlerdir açılan börekler, sarılan dolmalar, yapılan salatalar, çırpılan kekler, mayalanan poğaçalar ve daha niceleri sahiplerini bulduktan bir süre sonra sıra Emel Hanım’ın günlerdir hazırlandığı sözlü sınava geldi. İlk sorular memleketten, taştan topraktan, havadan sudandı. Bu işte bir profesyonel olduğu belli olan kaynana adayının soruları, pürüzsüz geçişlerle kıvrıla kıvrıla Figen’e geldi:

“Ne işle uğraşıyor hanım kızımız?” 

Figen annesinin bin kez tereddüt ederek seçtiği pembe elbisesinin içinde bir put gibi durmuş, sohbete kulak kabartmıştı.

“Resim öğretmeni.”

Figen, annesinin bu sözcükleri ayna karşısında prova ettiğine emindi. Yüzüne kocaman bir gülüş yerleşti. Kahkaha atmamak için kendini o kadar sıkıyordu ki teninin rengi elbisesine uymuştu. Annesinin rol yapma becerisi ikna edici olmalıydı ki misafirlerden onaylamayan bir ses çıkmadı. Bunun üzerine sabırsızlanan Figen, kendi kendine söylenmeye başladı, “Kaç litre çay içtiniz, birinizin de mi çişi gelmez?”

Aradan çok zaman geçmeden- Figen’in sabırsızlığı son raddesine ulaşmışken- Güzide Hanım esas geliş sebeplerinin yaklaşmasının heyecanı ve bin bir çeşit ikramla fark etmeden içtiği bardaklar dolusu çayın da etkisiyle topluluktan müsaade istedi.

“Figeniiim! Müstakbel annene lavabonun yolunu göster bitanem!”

Figen, annesinin isteğini içinde tutmakta zorlandığı bir coşkuyla yerine getirmek için oturduğu sandalyeden fırladı. Kibarca eteklerini tutarken Güzide Hanım’ın önünde üst kata çıktı. Koridorun sonundaki kapıya işaret etti. 

“Buyurun, en sondaki kapı.”

Dudaklarını büzerek gelin adayını süzen Güzide Hanım, yeterince tatmin olduktan sonra arkasını dönüp loş koridorda ilerledi. Misafir tuvaleti -Emel Hanım kullanımını ev sakinlerine yasakladığından- her daim tertemizdi. Altın sarısı tokmağı çevirerek kapıyı kilitleyen Güzide Hanım vazoda duran parfümlü çiçeklerin kokusuyla memnun bir şekilde ihtiyacını gidermek üzereydi. Tam o sırada kafasını kaldırdığı an, duvarda asılı bir çerçevenin ardından müstakbel gelininin dik bakışlarıyla ve çıplak memeleriyle burun buruna geldi. Çerçevedeki resim kusursuz döşenmiş tuvaletin zarafetiyle düpedüz bir tezat oluşturuyordu. Müstakbel gelini boydan boya duvara yayılmış karşısında oturuyor, sivri ve ateşli gözlerle onu dikizliyordu. Güzide Hanım panik içinde edep yerlerini örtmeye çalışırken olabildiğince çabuk ayağa fırladı. 

***

Güzide Hanım, hareketsiz gözleriyle ağır ağır sarmal merdivenlerden inerken -kalan akıl sağlığıyla- nasıl bir bahane uyduracağını düşünüyordu. Gözünün ucuyla varlığından haberdar olduğu gülkurusu pembesi siluetin yüzündeki ifadenin ne olduğunu merak etse de dönüp bakamadan oturma odasına girdi. 

Güzide Hanım aşağı indikten kısa bir süre sonra bütün misafirlerin afallamış adımlarla ayaklandıkları işitildi. Eşit derece şaşkın olan ev sahipleri aceleci gözüken misafirlerini uğurladıktan sonra teoriler üretmeye koyuldular. Müstakbel kayınvalidenin sağlığından şüphe ettiler. 

Emel Hanım, hayal kırıklığının yarattığı ağırlığın altında sandalyesine çöktü. Annesinin fenalaşmasından korkan kadınlar etrafında pervane olurlarken, Figen aralarından fark edilmeden sıyrılıp kanıtları temizlemeye gitti. Zorlukla taşıdığı çerçeveyi çatı katındaki koltuğun altına kaldırırken yansımasına zafer kazanmış gözlerle baktı.

Kozamdan çıkmaya çalışıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks