Deneme

YENİ BİR EV

By

Bazı evlilikler, bazı evsizliklere gebedir. Ve bu evsizlikler de bazı şehirsizlikleri çağrıştırır. Çünkü şehir insanın evidir. Her ne sebeple olursa olsun bu evi terketmek ya da terk etmek zorunda olmak, acı verir insana. Hele evlilikler, yaşadığınız şehirde değil de başka bir şehre doğru yapılan bir yolculuğu gerektiriyorsa… O zaman işler daha da karışır.

Yedi ay önce evlenen Büşra’nın durumu da böyle. Kendi cümleleriyle aktarırsak işin rengi ortaya çıkıyor: “​Bunu söylediğim kimseden olumlu tepki almadım. Ne işin var, orada ne yapacaksın, ailenden hiç uzaklaşmadın, yapabilecek misin , insanlar küçük şehirden büyüğe gider sen tam tersini yapıyorsun, farklı kültür zordur,çok zorlanacaksın gibi sayısız şeyler duydum. Babama evlilik kararımı ilk söylediğimde Kayseri’ye taşınacağım dediğim için hayır cevabı aldım.”​ Oysa fedakarlığın büyüğünü yapan Büşra’ydı. Eşi için her şeyi geride bırakıp kendini bu yeni düzene uyum sağlamaya çalışırken buldu. Yeni bir evliliğin yanı sıra yeni bir şehirle de başa çıkması gerekiyordu. Bir şehirle anlaşmaya çalışmak, bir insanla anlaşmaya çalışmaktan daha zor gelir insana ve bu savaşınızda eli güçlü olan taraf her zaman şehir olur. Eşinizi bile sizden önce tanıyordur, çocukluğunu bilir ve hiç kuşkusuz sevdiğiniz o adamın hayatında yadsınamaz bir yeri vardır. Bu yüzden “evet” dersiniz, her şeyi arkanızda bıraktığınızı meşrulaştıran bir “evet”. Yaşayacağını bütün zorlukları göze alıp bu yola çıkıldığında, zorluklar elinde kolonya ve şekerle seni kapıda karşılar. Korka korka gittiğin bu yeni yerde evin gibi hissetmek için durmadan çabalar, kendini buna ikna etmeye çalışırsın. Bunu başarmak ise tahmin ettiğinden daha zor olacaktır. Adeta fazlalık hissedersin bu yeni şehirde, istenmeyen bir misafir gibi. Hani kimseyi tanımadığın misafirlikte ellerini bağlayıp gözünü ayırmadan halıya bakarsın ya, işte o hissi uyandırır insanda. Kaçmak, yok olmak istersin. Ama kocaman bir cam fanus içindesindir artık, üstelik kurtarıcın olacak bir halı da yoktur. “Artık bitse de eve gitsek.” diye geçirirsin içinden. Oysa “ev” nedir? Bu şehirdeki ev senin değil midir?

Her ev gibi her şehir de şahsına münhasırdır, bir karakteri vardır, hatta yüzü de… Bazısı otoriter bir baba gibi, yıllarca çocukları için çalışmış, yüzünde yılların yorgunluğunu taşıyan sert bakışlı bir adam gibidir, güçlü ama korkutucu. Ne yapsanız anlaşamazsın bu şehirle, kendinizi sevdiremezsiniz. Hep bir mesafe kalır aranızda. Bazısı ise yazlıkçı bir teyze misali her misafire kucak açan o tonton yaşlılar gibidir. İlk andan itibaren sizi sarıp sarmalar, burayı bırakasınız gelmez. Aslında bir şehir, yalnızca bir şehir değil bir kişiliktir, karakterdir. O karakterle anlaşabilmek zaman ister, özveri ister, belki bugüne kadar yaşadığınız hayatı sizin fikrinizi almadan değiştirmek ister. “Ovalarım düz mü olsun, dağlarım karlı mı?” diye sormaz size. Üstelik sizi de değiştirmek ister. Bu değişime ayak uydurabilenler şanslıdır, uyduramayanlar ise durmadan kavga eder şehirle. Ne yazık ki bu kavganın kazananı

hiç olmayacaktır. Büşra’nın durumu da buna yakındır ancak bir farkla; O, bunların zamanla aşılacağına inanmış ve bunu tecrübe etmeye başlamış. Şunu da eklemekten geri kalmaz: “Ben şehir değil eş seçtim. Başka bir şehir olsaydı da bu kararı alırdım.”

Peki ya Büşra? Bavulunu alıp terk ettiği İstanbul, O’nun evi değil miydi? Bal gibi de eviydi işte. “Geride bırakma”nın ne demek olduğunu belki o zamana kadar anlamamıştı ama şimdi bu his peşini hiç bırakmıyordu. “​Kendimi en kötü hissettiğim zaman ailemin yaşadığı şeylerde yanında olamamam.” ​diyor Büşra. “​En çok, ailemden birinin bir sağlık problemi olduğunda ya da kardeşimin o gün canının sıkkın olduğunu anladığımda ve yanında olamadığımda üzülüyorum” ​diye devam ediyor. Belki artık kendine ait mutlu bir evi ve evliliği var ama bu burukluk, taşıyıcı bir hastalık gibi insanın yakasını bırakmıyor. Uzaklığın ne demek olduğunu en çok böyle zamanlarda hissediyor insan.

Bir evi “ev” yapan şeyler aslında dört duvar değil, içindeki eşyalardır. Bizim seçtiğimiz, bize ait eşyalar. Nereye dönsek o eşyaları görmek isteriz, güvencedir bizim için onlar. O eşyalarla evin her köşesine elimiz değsin isteriz, baktığımız yerde o eşyalarla göz göze gelmek isteriz. Çünkü evimiz sığınaktır aynı zamanda. Bazen evimizin o sevdiğimiz köşesine çekilip dünyadan uzaklaşırız, bazense yeni aldığımız eşyaları kullanmak için gereksiz işlere kalkışırız. Büşra da yeni evine bir eşyasını getirmiş; bir mutfak mikseri. “​Üç kuruş verip aldığım bir mikser insanın bütün anılarını hatırlatır mı? Hatırlatıyor işte. Ona baktığımda evimi görüyorum, bir anlığına da olsa o mutfakta annemin varlığını hissediyorum” d​ iyor. Hissetmek istiyor çünkü. Tanıdık bir ses, bir yüz, bir mikser arıyor insan bu yeni evde.

​Yeni tanıştığınız şehirden bir ev yaratmak zordur, bir evliliği devam ettirmek de. İkisini de başarırsanız iki eviniz birden size kucak açar, çiçeklerle kapıda karşılar. İyi kötü yaşadığınız bütün değişimlerle, siz başka bir sizsinizdir artık. Yeni bir “siz”le yeni evlerinizde mutlu olmanız dileğiyle…

KAYNAKÇA
1-
​Özgür, Murat, and Olgu Aydın. “Türkiye’de Kadın Evlilik Göçü.” ​Nature Sciences​,

vol. 5, no. 1, 2010, pp. 18–31.

2- ​Özgür, Murat, and Olgu Aydın. “Türkiye’De Evlilik Göçünün Mekânsal Veri Analizi Teknikleriyle Değerlendirilmesi .” ​Nature Sciences,​ vol. 9, no. 1, 2011, pp. 29–40.

3- ​Buz, Sema. “Göç Ve Kentleşme Sürecinde Kadınların Görünülürlüğü.” ​Aile Ve Toplum Eğitim Kültür Ve Araştırma Dergisi​, 2011, pp. 41–51.

4- L​ordoğlu, Ceren. İstanbul’da Bekar Kadın Olmak.​ İletişim Yayınları, 2018.

“İnsan hikayeleri benim için keşfedilmeyi bekleyen uçsuz bucaksız bir maden gibi, ona ulaşmak için en derini kazmak gerekir.”