Sevilme duygusu insana kendisini özel hissettirse de saplantı haline geldikten sonra hissettirdiği şey “korku” olmaya başlıyor. Özel hissetmekle korkmak arasındaki o uçurumdan düşeceğinizi anladığınızda, o ana kadar size kendinizi özel hissettiren şeylerin, birazdan sizi o uçurumdan nasıl iteceğini görüyorsunuz. 

Saplantıya kılıf olarak sevgiyi giydirmek, yüzyıllardır tanımlanmaya çalışılan aşka büyük haksızlık. Sevmenin “benden başka birine ya da bir yere ait olamaz” şeklinde canlandığı zihinler, başlarda karşı tarafın sempatisini ne yapıp edip kazanabiliyor. Biri tarafından seviliyor olmanın cazibesi, gösterilen ilginin hissettirdiği “ben buna değerim” duygusu, sizin için her şeyi yapabilecek birinin var oluşu ve bunun verdiği güven…Tüm bunlar, sizi seven insanın üşümeyin diye siz uyurken sessizce üstünüze örttüğü o ince pike gibi sarıyor sizi. Uyandığınızda ise, o pikenin üstündeki kırçıllar teninizi nasıl kanatmış fark ediyorsunuz. Uyanıp, pikeyi üstünden atan dört kadının hikâyesini anlatacağım şimdi sizlere.

-BERNA

Pikeyi zar zor üstünden atan Berna “Aslında her şey en başından belliydi. Sadece görmek istemiyordum ve bazı şeylerin zamanla düzeleceğine inanmıştım,” diyerek başlıyor ilişkisini anlatmaya. Aşırı dozdaki kıskançlığını ve sahiplenme duygusunu “aşk” adı altında sunan sevgilisi tarafından sürekli kısıtlandığını ve ilişkinin ilk zamanlarında bu konuda kavgalar ettiğini söyleyip devam ediyor: “Bir süre sonra sırf kavga etmemek için istemediği hiçbir şeyi yapmaz hale gelmiştim. Bu zaman ve hissiyat olarak benden çok şey götürdü.”

Berna’dan eksilen en önemli şey benliği oluyor. Sınırlandırılıyor. Gittiği yerler, giydiği kıyafetler, içtiği içkiler, görüştüğü arkadaşları kavga konusu haline geliyor. “Onun isteklerini yerine getirmek adına çevremden uzaklaştım. Arkadaşlarımla aram bozuldu. Onun yüzünden ettiğimiz kavgalar sonucunda hâlâ görüşmediğim arkadaşlarım var.” Görüyor ki sadece kendisi değil, çevresindeki insanlarla olan ilişkileri de zarar görmüş. Artık pikeden kurtulma kararı alıyor. Ama kolay bir süreç olmayacak çünkü o adam sadece Berna’yı çok sevdiğini düşünüyor, Berna ise sadece çok sevildiğini. 

Ayrılma aşamasındaki zorluklardan bahsediyor, evinin kapısına kaç defa dayanıldığından, kaç gece uykusundan uyandığından… Arkadaşlık ilişkileri bitiyor, ailesiyle bile görüşmez hale geliyor. En sonunda o zor kararı alıyor ve bitiriyor ilişkisini.

“Süreçte ailemin de ben üzgün olduğum için üzüldüğünü gördüm ve ‘beni üzebilir ama ailemi üzemez’ dedim ve her şeyi çok daha rahat atlattım.”  

O sevilme duygusunun kutsallığıyla devam ediyor Berna. Eski sevgilisini psikolojik destek alması için ikna etmeye çalışıyor. Çabalar sonuç vermediğinde şu cümle dökülüyor ağzından:

“Kendine yardım etmek istemeyen bir insana asla yardımınız dokunmuyor.”

Pikenin ruhunuzda açtığı yaralar öyle çabuk iyileşmiyor. Örteceğiniz her pikeye kuşkuyla yaklaşmak kalıyor yanınıza. Sonraki ilişkilere yaklaşımını şöyle anlatıyor Berna:

“Artık herkese ve her şeye biraz şüpheyle yaklaştığımı fark ediyorum. Her bir söze ve harekete dikkatle yaklaşıyorum. Sevmek ve sapkınlık arasındaki çizgiyi aşmayacak insanlar arıyorum. Huzur, mutluluk ve anlayış istiyorum.”  

Hâlâ onunla o kadar uzun bir zaman geçirdiği için kendine kızıyor. Kendisinden götürdüğü en büyük şeyin zaman ve inanç olduğunu söylüyor. Ancak her zamankinden daha güçlü hissediyor.

-SUDE-

Üstündeki çiziklerin iyileşmesini bekleyen diğer isim Sude. Bir kadın olarak, bir kadından ilişki içerisinde uzun süre psikolojik şiddet gördüğünü anlatıyor uzun uzun. “Yaşadığım ilişkinin sağlıklı olmadığını çok uzun bir süre önce anlamıştım, enerjimin yok olması ve sevdiğim şeylerden bile zevk alamamaya başlamamla bunu kabul etmek zorunda kaldım,” diyor. İlk üç ayı harika ilerleyen, sonrasında ise sevginin aslında takıntı olduğunu anladığı bir ilişkiymiş bu. Bazen takip edildiğini, bazen görüştüğü arkadaşlarının tehdit edildiğini anlıyor zamanla Sude. Çünkü ilişki yaşadığı kadına göre Sude, sadece ona ait. Sude’nin başka bir hayatı olamaz. Tüm bunların tek sebebi ise Sude’ye duyduğu aşk(!).  Başkalarıyla vakit geçirmesinin ilişkilerine ihanet olduğu vurgulanıyor sürekli. Partneri böylece Sude’yi baskı altına alıyor.

O çok isteyip en sonunda elde ettiği hazineyi, Sude’yi, kendi elleriyle yaptığı kafesin içine koyuyor. Arkadaşları görüyor Sude’yi. Ancak Berna’nın yaşadığı şey burada da tekrarlanıyor. “Çevremdeki insanlarla olan ilişkim zarar gördü; çünkü beni uzun süredir tanıyan, bilen insanlar benim o özgüvensiz ve mutsuz halimi tanıyamaz ve anlayamaz olmuşlardı. Benim için endişeli ve kaygılıydılar,” diyor Sude o dönemi anlatırken.

O büyük gün, bu hikâyede de karşımıza çıkıyor. Beklenen ayrılık yaşanıyor. Sude’nin kapısında mektuplar birikiyor, arkadaşları telefonla taciz ediliyor. Ancak maalesef Sude, Berna kadar kolay atlatamıyor bu dönemi. “Bununla ilgili uzun dönem terapi ve ilaç tedavisi gördüm. Terapiye devam etmekteyim ancak hâlâ ufacık bir olayda travmalarımın etkisinden kurtulamayıp yine kâbus dolu anlar yaşıyorum.” Üstünden zaman geçiyor ama Sude’nin üstündeki etki bir türlü geçmiyor. Geçmişte yaşadığı bu ilişkinin şu an yaşadığı ilişkiyi de olumsuz yönde etkilediğini söyleyen Sude, hâlâ ruhundaki çiziklerle baş edemiyor. 

-AYLİN-

“Beraber büyüdük biz. Onlu yaşlarım biterken de o vardı, yirmiler biterken de,”diye başlıyor anlatmaya Aylin. Lisede tanışıyor bir zamanlar hayatının aşkı olan adamla. Aynı üniversiteyi kazanıyorlar, aynı anda uzatmadan bitiriyorlar. Ne oluyorsa iş hayatı başladıktan sonra oluyor. Aylin o dönemi şöyle özetliyor: “İkimiz de işe girmiştik, evlenmek için para biriktirmemiz gerekiyordu. İşe girdikten sonra kıskançlık huyu olmayan sevgilim birden anormal derecede kıskançlık kavgaları çıkarır olmuştu. Yedi senedir birlikteydik ama sanki ben yepyeni birini tanıyor gibiydim. Ettiğimiz kavgaların boyutunu tarif etmeye utanıyorum.” 

 Kıskançlık gittikçe büyüyor. Aylin’i işe bırakıp işten almaya başlıyor. Ofis dışında hiçbir iş arkadaşıyla görüşmesine izin vermiyor. Olay öyle bir noktaya geliyor ki Aylin’in işten çıkmasını istiyor. “İdeallerim var diye bana hayran olduğunu söyleyen adamın işten çıkıp evde oturmamı istemesini hiçbir zaman yediremedim. İş arkadaşlarımın hepsinin bana ilgi duyduğunu düşünüyordu.”  

Bir gün, işle alakalı bir mesaj geliyor Aylin’in telefonuna. Evleneceği adam, o telefonu paramparça ediyor. Aylin’in üstüne yürüyor. “O an yaşadığım şoku ve korkuyu anlatamam. Tamamen ertesi gün yapılması gereken işle alakalı bir mesajdı. Telefonu parçalayıncaya kadar duvarlara fırlattı. Üstüme yürüdü. Sonrasında ise sarılıp beni kadar sevdiğini ve kıskandığını anlatmaya başladı.” Utanıyor Aylin. Telefonunu evlenmek üzere olduğu adamın parçaladığını söylemeye utanıyor. Günlerce telefon kullanamıyor. 

Günün birinde bu paranoyalar en büyük meyvesini veriyor ve Aylin’in iş yerini basıyor evlenmeyi düşündüğü adam. Aylin’i çok sevdiğini, kimsenin onun bu kadar saat yakınında olamayacağını söylüyor bağıra çağıra. Bu noktada parmaktaki o yüzük çıkıyor ve ayrılık noktasına hızlıca varılıyor. 

Yedi senemi bunu yapabilecek biriyle nasıl geçirdiğimi tam o an sorguladım. Sorgulamaya başladığım anda ise parmağımdan o yüzüğü çıkardım. Her şeyin nedeni olarak ‘seni seviyorum’ cümlesi sunuldu önüme. Ama hiçbir cümle kaybedilen duyguları kurtaramazdı.”

-DENİZ-

 Yaşadığı ilişkiyi “hayatımın hem en güzel hem en korkunç dönemiydi,” diye tanımlayan Deniz’leyiz şimdi de. İlk görüşte âşık olduğu adamla bir tango kursunda tanışıyor Deniz. Yavaş adımlarla başlıyor ilişkileri. “Yirmi beş yaşındaydım ve hayatımın en güzel günlerini ilk beş ayda yaşamıştım. Tanıdığım en güçlü ve duruş sahibi adamlardan biriydi. Şu an çok kızgın olsam da o beş ay için ona hep teşekkür ettim,” diyor gözleri dolu şekilde. 

Bu hikâyede öncekiler gibi baskı ve kıskançlık yok. Bu hikâyede adanmışlık sınırının fazlaca aşılması var. Her şeyini Deniz’e adıyor sevgilisi, ailesini görmeye gitmez oluyor. Sosyal hayatını sıfıra indirgiyor. Ancak Deniz şöyle açıklıyor durumu: “Bana zaman ayırması başlarda çok hoşuma gidiyordu ancak bir yerden sonra anormal bir hal almaya başladı. Ben sosyal bir insanım ve eve kapanmak benim kişiliğime uymuyor. Onunsa işi gücü, tüm hayatı ben olmuştum sanki. Ben home-office çalıştığım için işten ayrılıp evde benimle oturma evresine geldiğimizde ilk ayrılık fikri zihnime yavaş yavaş girmişti.” Bu noktadan sonra Deniz hayatındaki adamdan soğumuştu, çünkü o güçlü adam gitmişti ve yerine hiç tanımadığı biri gelmişti.

Durum düzelir diye zaman tanısa da hiçbir şey düzelmeyince uzun süredir beklenen misafir, ayrılık, oturuyor salonlarına. Uzun ve sakin bir konuşma yapıp ayrılıyor Deniz. Sonrası ise büyük bir yıkım. “Ayrılık konuşmasından sonra eşyalarını toplaması için ona birkaç verdim ve evden çıktım. Geri geldiğimde çıldırmış haldeydi. Tüm kıyafetlerim yerlere saçılmıştı. Başka biriyle birlikte olduğum için ondan ayrıldığımı düşünüyordu çünkü sorunun kendisinden kaynaklandığına hiç ihtimal vermiyordu. Hayatını bana adadığını yüzlerce kez bağırarak söyledi. Ondan hiç bu kadar korkmamıştım.” 

İşte o an korkuyla tanışıyor Deniz. Bu olaydan sonra uzun süre birbirlerini görmüyorlar ve başroldeki kadın yeni bir ilişkiye başlıyor. Biraz çekingen, çünkü aynı şeyleri yaşamaktan korkuyor. Biten ilişkiden ona kalan en tatsız şey korku oluyor. Birbirlerini görmeseler de uzun zamandır izlendiğini anlıyor bir gün acı şekilde. Devamını ise şöyle anlatıyor: “Erkek arkadaşımla eve gireli on dakika olmuştu. Kapı çaldı ve birden karşımda onu gördüm. Ondan korktuğum ilk günkü gibi delirmiş bir haldeydi. Baktığım adam, tanıdığım adam değildi sanki. Üstüme yürüyerek,‘Beni başkası için bıraktığını biliyordum,’ dedi ve ben en başta deli gibi âşık olduğum adamdan bir tokat yedim.” 

Erkek arkadaşının araya girmesiyle büyük bir kavga çıkıyor ve geceyi karakolda bitiriyorlar. O çok hoşuna giden sevilme duygusu, zamanla başka birini sevebilme hakkını elinden almaya çalışıyor Deniz’in. Çünkü Deniz’e bu kadar bağlı biri varken ve onu çok severken, onun başkasını sevebilme ihtimali karşı tarafı çıldırtıyor. Onun için sevmek “sahip olup yönetmek” haline geliyor.  

Deniz gidiyor. Bu sevgi adı verilen şeyden, yaşadığı yerden vazgeçerek kaçıyor. 

Hiçbir şekilde huzurum kalmamıştı,” diyor. “O zamanki erkek arkadaşımdan da ayrıldım çünkü herkesten korkar hale gelmiştim. Şehir değiştirmek için iş aramaya başladım, sonunda İzmir’e taşındım. Hâlâ arada bana ulaşmaya çalıştığını duyuyorum, benden götürdüğü en büyük şey güvende hissetme duygum oldu.”

Bu dört kadının başı dönüyor, algısıyönetiliyor, çevrelerindeki herkes bulanıklaşıyor. Sahip oldukları en büyük aşkı duymaları gereken benliklerinden kopuyorlar. Onların ne hissettiğinin bir önemi yok artık. Terleseler de üstlerindeo pike. Gittikçe ağırlaşıyor. Bazen en başa dönüp yaptığı şeyin sadece sevmek olduğunu sandıkları insana “hayır” demek istiyorlar. 

Gün geliyor, uyanıp soğuk bir gecede üstlerine örtülen pikeyi kaldırıyorlar. Ruhlarına vurulan her darbeyi tek tek incelemeye başlıyor ve gitmek istiyorlar. Gidemiyorlar çünkü o, görevlerinin en kutsalı buymuşcasına buna izin vermeyeceğini söylüyor ve sonunda o an geliyor, korkuyorlar.En başta onları uyandırmadan üstlerini örtüp sıcak nefeslerini dinlemiş o insandan korkuyorlar. Ya kalkıp gidiyorlar sadece kendilerine ve olmak istedikleri kişiye inanarak ya da o pikenin altına yeniden girip kanamaya devam ediyorlar.

Bugün, bir yerlerde, çok sayıda kadın, sevildiğini hissetmek ile korkmak arasındaki o uçurumun kıyısında. Ya saplantının üstüne güzelce giydirilmiş kılıfları fark etmeyip o uçurumdan atlayacaklar. Ya da anlık bir ürperme ile uyanıp o pikeyi üstlerinden atacaklar. Ne kadar sevildiklerini değil, nasıl sevildiklerini tartışacaklar. En sonunda da o en kutsal hazineyi, kendilerini sevecekler. 

"Yazmak; eşiğin öncesini güzel hatırlamamı, eşikten sonrasına umutla bakmamı sağlıyor."

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks