Öykü

Bulanık

By

“Hiçliğin içine düşen ve buradan çıkmak için varoluşma çabasına giren özne kendini, ayna görüntüsünde ya da yansımadaki imgede yabancılaşarak kendi dışında yakalar.” *

Benim hikayem, bir öğlen sonrasında onunla başlıyor. Her günden farksız sandığım ve tekrarından bıktığım bir günde kaçırıldım hayallerim tarafından. Günler birbirlerini tekrarlıyor, ben yine okula gitmek için hazırlanıyordum. Evden çıkmadan önce son bir defa aynada kendime baktım ki, nedensizce sürekli kırmızı olan yanaklarımla ve pek kabarık olduğu için tepeden topladığım kıvırcık saçlarımla göz göze geldim. Kendimi sevebilmem için her gece aynada kendimi izlememi önerdi doktor ama işe yaramıyor. Sınıfa gelip her zamanki yerime oturup, her zamanki yerinde olup olmadığını kontrol ettim. Orada olduğunu görünce rahatladım. Onu o kadar seviyordum ki. Ayın dünyaya çekildiği gibi merkezinin etrafında dönmek, sadece ona çekilmek ve içinde kaybolmak istiyordum. Bunları düşünürken gözlerimi uyukluyormuş gibi ellerimle kapattım. Parmaklarımı göz kapaklarıma götürdüm, gözlerimi açtım. Hala karanlıktı. Bu karanlığın ellerimden dolayı olmadığını sahiden karanlıkta olduğumu düşündüm. Gerçek olduğunu hissettim. Her yer karanlıktı. Karanlığın içinde süzülüyordum. Ayaklarım yerden kesildi. Karanlığın içine çekildim. Boşlukta dönüyordum. Onun tarafından büyük bir fiziksel çekimle çekiliyor, etrafında dönüyor, savruluyordum. Kendi kendime gülümsedim. Hayalimi yaşıyordum. Ne büyük saçmalık, yaşadığım anın absürtlüğü ve mutluluğu ile kahkaha atmaya başladım. Gündüz vakti nasıl bu kadar gerçek gibi hayal kurabiliyorum diye düşündüm. Hayal gücümün keyfini çıkarmalıydım. Kendimi hayalin içine bıraktım yeniden ve elektrik süpürgesinin kırıntıları çekmesi gibi bir hızla içine çekildim, yere savruldum.

Uyandım. Ne kadar süredir yatıyordum böyle? Kendime gelip ayağa kalktım. Tamamen bilmediğim bir yerdeydim. Hala karanlıktı. Demek ki hala ellerimle yüzümü kapatıyorum diye düşündüm. Sonra ellerime baktım, hayır kapatmıyordum. Karanlığın ortasında kaybolmuştum. Korkudan çıldırmam gerekiyordu ama fazlasıyla huzurlu hissediyordum. Ne olduğunun farkındaydım, sadece nasıl farkında olduğumu bilmiyordum. Bu nasıl gerçek olabilirdi ki? Ama hayatımı yaşarken ne kadar gerçek hissediyorsam şu anda da o kadar gerçek hissediyordum. Olağan hayatım içinde gerçekliği sorgulamamam gibi şu an bunu da sorgulamam gereksizdi. Ezri’nin zihnindeydim.

I Kabullenilmiş Çaresizlikler

Kendimi ve Ezri’yi aynı anda hissedebiliyordum. Ama bağımsız olarak değil, bir olmuştuk. Zifiri karanlığın içindeydim ama yürüyebiliyorum, düşmüyorum. Üzeri örtüyle kapatılmış sandıklar görüyorum. Başka da bir şey göremiyorum kör karanlıkta. Üstü örtülü düşünceler. Çoktan kabullenilmiş bir hayat manasızlığı. Bu karanlık beni daraltmıyor. Sonuçlar kötü olsa da sonuçlar güzeldir, belirsizlik delirtir. Bu odada her şey yerine oturmuş. Olumsuzluk önemini kaybediyor bu durumda. Bu odayı patlayıp sönen bir yıldıza benzetiyorum. Biliyorum ki o sandıklarda yıkılmış dökülmüş anılar, çaresizlikler, imkansızlıklar ve baş edilemeyen düşünceler var. Kafasındaki dünya ile gerçek dünya arasındaki köprüde, uçuruma atlamakla atlamamak arasında kalmış. Ama hissediyorum ki bu yıkım sona ermiş, üstü kapatılmış ve kabullenilmiş.

II Kollarım benim kanatlarım

O huzurlu sessizlikten kocaman bir partinin içine dalıyorum. Her yerde insanlar, yüzleri var ama hiçbirini seçemiyorum. Çünkü kim olduklarının bir önemi yok benim için. Bu kalabalığa ihtiyacım var. Herkes dans ediyor, kendilerini kaybetmiş gibiler. Burada huzurluyum. Sessizlik beni boğduğunda sanki burada dinleniyorum. Yüzler değişiyor, sesler değişiyor. Biri kulağıma bir şeyler söylüyor. Anlamıyorum, gülümsüyorum. Tam o sırada biri geliyor ve elimden tutuyor. Gel benimle dans et dediğini duyuyorum, yüzü belirginleşiyor. Müziğe kaptırıyorum kendimi. Dans ediyorum, dokunuyorum. Kendimden geçiyorum birinin varlığını hissederken. Müthiş bir sevgi ve şevkatle doluyorum. Sarılıyorum ona uzun uzun, nerede olduğumu unutuyorum. Sarılırken sanki bir daha ayrılamaz ve onsuz yapamaz gibi hissediyorum. Sonra bir anda yok oluyor. Beyaz küçük bir tavşana dönüşüyor ve zıplayarak kaçıyor. Ellerim boş, aklım karışık. O anda etrafımdaki tüm o gürültüyü, yüzleri belirsiz insanları tekrar fark ediyorum. Her bir sesi duyuyorum, üstüme üstüme geliyor. Yapayalnızım, çok korkuyorum. Kaçmak istiyorum. Tüm duvarları elimle hissederek kapıyı arıyorum. Yok. İnsanlar üstüme üstüme geliyor, beni fark ettiler. Duvara yaslandım, yere oturdum. Gözlerimi ellerimle kapadım, bacaklarım titriyordu. Sesler giderek artıyordu. Sonra sesler yok oldu, duvar beni içine çekti.

III Çocukluk Bedenleri 

Kurtulduğuma sevinmiştim ki kısa sürdü. İçimi inanılmaz bir korku ve üzüntü kapladı. Bir çocuk ağlıyordu duvarın köşesinde. Bacaklarını kendine doğru çekmiş, küçücük olmuştu. Yanına yaklaştım. Beni görmüyordu. Sonra odaya biri girdi. Bir kadın. Çocuğa yaklaştı. Çocuk annesinin kucağına çıktı, kadın onu kocaman sardı. Kadın da ağlıyordu. Korkunç bir çaresizlik hissettim. Odanın ruhunu paylaştığımı hissediyor, bu an ve bilgi geçmişimden geliyordu. Sanki o çocuk benim geçmişimdi. Yüzüme dokundum, elim ıslandı. Aynaya baktım, ağlamaktan gözlerim kızarmıştı. Arkamı döndüğümde çocuk orada değildi. Tekrar aynaya baktım, çocuk bendim. Annem beni kucağından bıraktı. Gitmesin istedim. Beni bıraktı, yürüdü ve odadan çıktı. Aynanın karşısında yapayalnız kaldım. Beni dünyada savunmasız bıraktığı için anneme çok kırıldım. Onun çocukluğunu yaşadım. Tüm oda çaresizlikle ve masum bir üzüntüyle dolmuştu. Kabullenemiyordum. Bu küçük masum çocuk bunu hak etmiyordu. Aynada kendime baktım. Küçük ellerime, küçük bedenime. Ağlamaktan şişmiş gözlerime. Tanımadığım bu görüntüyü yakından incelemek istedim. Aynaya yürüdüm ve diğer tarafa geçtim. Tekrar aynaya baktım ve kendimi gördüm. Artık ben ve o karışmıştı. Anlamak çok kolay değildi.

IV Aitsizlik

Aynanın diğer tarafındaydım. Arkama baktım. Kocaman bir koltukta insanlar konuşuyor, sohbet ediyor, gülüyorlardı. Çok mutlu görünüyorlardı. Aralarında bağ vardı. Belki de varmış gibi davranıyorlardı. Belki de bana öyle geliyordu. Ben onlardan biri değildim. Konuşmaya çalıştım. Bana da gülümsediler ama aynı gülümseme değildi. Koltuğun köşesine oturdum. Sanki onlardan biriymişim gibi davranıyorlardı, ben de onlardan biriymiş gibi yapıyordum ama değildim. Onlar da biliyordu. Eğretiydim. Buraya ait değildim. İnanılmaz yabancı hissediyordum. Aitsizlik. Sonuna kadar yaşıyordum. Gitmek istiyordum ama gitmemem gerekiyormuş gibiydi. İnanılmaz bir rahatsızlık, onlardan olmak istediğim için çabalama isteği. Ne yapacağımı bilemiyordum. Koltuğa kafamı gömüp kimsenin beni görmemesini isterdim ya da beni de sevsinler, bana da öyle gülsünler, ben de onların dilinden konuşabileyim isterdim. Bir şeyler anlattım. Gülümsediler. Neden bahsettiğimi bilmiyorum, devam ettim. “Yaşadığım hayata bir anlam yüklemeye çalışıyorum. Çabalamamın tek sebebi bu.” Gülümsemeleri kayboldu. “Ama bazen yok olmak istiyorum. Üstüme üstüme geliyor. Çok korkuyorum. Dayanmaya çalışıyorum. Dışarıdan gülümsüyor, bir şey yokmuş gibi davranıyorum.” Bana korkmuş halde bakmaya başladılar. “Ama içimde büyük bir panik var. Her davranışım hareketim büyüyor ve beni boğuyor. Elimde değil. Durdurmaya çalışıyorum ama çok zor.” Kalkıp gittiler. Koltukta yalnız kaldım. Ne oldu böyle bilmiyorum. Beni fark ettiler. Kendimi anlattığım şeye kaptırdım ve rol yapmayı kestim. Onlar beni fark ettiler. Korktular, tiksindiler, dayanılmaz hissettiler. Kaçmak istediler.

Karşılaşma

Kendi başıma kaldım koltukta. Akıttım içimi, bulandırdım suyumu. Bulanık suyumun üzerine yattım. Güneş geliyordu yüzüme tatlı tatlı. Altımdan geçiyor evren. Umrumda mı? Su nasıl akıyorsa altımda, öyle akıyordu eli üzerimde. Uzun parmakları saçlarımın arasında geziniyordu. Ağzımda denizin tuzlu tadını hissettim. Koltukta oturuyordu Ezri yanımda. Gözlerinin içine baktım. Çırpınmaktan yorulmuştu. “Eksikliğini doldurmaya çalışıyorum, kapılar yüzüme kapanıyor. Her kapanan kapıda umudum azalıyor. Hayatım boyunca seni mi arayacağım? Buradan çıkmak için ne yapacağım?” Ona sarıldım ve içimdeki eksikliğin dolduğunu hissettim. İlk defa ait hissettim. Aynadaki çocukla yüzleştim. Annem kollarıyla beni sımsıkı sardı. Onu affettim ve rahmime geri döndüm.

Son

Benim arzum, bedenim, hislerim, dünyam, seni durgunlaştırmak ister. Bana gelirsek, ben aslında hiç var olmadım. Aslında aynı nokta üzerinde döndüm, durdum. Sanki dünyanın üzerinde zıpladım. Ben zıplarken dünya öyle bir hızla döndü ki aynı yere düştüm. Belki onu anlattım, belki de onu istediğim gibi şekillendirdim. Bir suyun içerisinde konuşmaya çalıştım, söylediklerim anlaşılmadı. Ama bu benim onları söylediğim gerçeğini değiştirmedi. Bu yüzden aslında hangisi olduğunun çok da önemi yok.

*Uzan, M.(2016) Lacan’da Yabancılaşma Kavramı. Düşünüyorum Dergisi, Alıntı ve Derlemeler, Sayı 63.

  • Neslihan

    Okurken çok duygulandığım bir hikaye oldu. Teşekkür ederim

Neslihan için bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks