NOTRE-DAME’DAN SONRA
YAPILACAKLAR LİSTESİ
“Ohh sonunda çekildiler ayak altından, hadi bir çay koyayım ben. Sen de mutfağa gel, rahat rahat oturalım.” dedi bana. Yemekler yenmiş, erkekler de tabi pırr diye kayboluvermişti ortalıktan. Gülay Yenge bir yandan çayı koyup, bir yandan bulaşıkları yıkamakla meşguldü. Amcamla yaklaşık yirmi yıldır süren bir evlilikleri vardı, bir de iki çocuk. O bulaşıkları yıkarken ben de mutfak masasından o’nu izliyordum. “Acaba amcama hala aşık mı?” diye düşündüm. Hoş asıl sormam gereken soru “Amcama hiç aşık olmuş muydu acaba?” imiş. Birazdan öğrenecektim. Çay kaynamaya başladı, muhabbet sohbet derken birer sigara yaktık. Sigaranın sonuna gelene kadar havadan sudan konuşmuştuk. Sigaramı kül tablasında söndürmek için elimi uzattım, “Dur dur.” dedi, “Bak sen bilmezsin sana bir şey göstereceğim. Sigaranın ucunu parmaklarının arasına sıkıştır ve yaşın kadar ileri-geri çevir.” dedi. “Evleneceğin kişinin baş harfi çıkarmış filtrede, öyle derler.” dedi. Ben bu küçük oyuna anlam verememişken kendisi sigarasını baş ve işaret parmağının arasına sıkıştırıp çevirmeye başladı: “Bir, iki, üç… otuz yedi” dedi durdu. Sigarayı hafifçe geri çekti dikkatlice bakmaya çalıştı. Gözü iyi görmediğinden olacak, eliyle bir dakika işareti yapıp içeriden yakın gözlüğünü kapıp geldi. Sigarayı dikkatlice inceledi, duraksadı. “Baksana bir bakayım, hangi harf var burda?” dedi. Dikkatlice incelemeye çalıştım. Bizi dışarıdan gören gerçekten önemli bir iş yaptığımızı sanabilirdi. “M” dedim, “M harfine benzettim ama.” Gözleri doldu, önce şaka yapıyor sandım. “Ooo, M kim bakalım evlendin de boşandın mı yoksa sen bakayım hahaha” dedim. Gözlerinde ağırlaşan hüznü görünce anlatacak bir şeyleri olduğunu anladım. Gözlüğünü çıkardı, “Mehmet” dedi. Başka bir şey demedi. Öylece kalakaldık. “O kim?” dedim ama onun kim olduğunu o andan itibaren ikimiz de biliyorduk sanki. Ağzından çıktığı ilk anda bile o kelimenin ağırlığı, duman altı olmuş mutfak masasının ortasına öylece çökmüştü. “Anlatacağım her şey aramızda kalacak bak tamam mı?” dedi. “Amcanı seviyorum, çocuklarımın babası o benim. Ama bu başka, Mehmet başka.” dedi. O kadar şaşkındım ki tamam demeyi unutmuştum, başımı aşağı yukarı evet anlamında salladım. Her şeyi Gülay’ın anlattığı gibi anlatacağım size çünkü benim bu hikayeyi betimleyecek kelimelerim o gün o mutfak masasında çoktan tükendi.
“Amcanla evlendiğimde 17 yaşındaydım ben. Buraya 20 kilometre uzakta bir köy var, Hisarcık. Orada yaşıyorduk biz. Babam ben küçükken ölmüştü tabi, beş yaşındaydım öldüğünde. Kendimi bildim bileli bir annem vardı bir de kız kardeşim. Öylece yaşadık gitti birkaç yıl. Sonra köyde laf olmaya başladı, annem dul kadın e iki de çocuk. Akrabalar tutturdu evlendirelim seni diye. Annem de baktı olacak gibi değil, evlenmeyi kabul etti. Bir de üvey babamız oldu evde. Kardeşimle bizi sevmediğini bilirdik, Allah biliyor ya biz de onu sevmezdik. Kardeşimle çıkar mahallede yaşıtlarımızla oynardık hep. Bir sürü de arkadaşımız olmuştu. Taa küçüklükten bildiğim bir kız vardı, Hülya. Biz gide gele Hülya’yla çok yakın arkadaş olmuştuk. Nerden baksan yedi sekiz yaşından beri tanıyorduk birbirimizi. Genç kız olduğumuzda ise artık çok yakın iki sırdaş olmuştuk. Birbirimizin her şeyini bilirdik. Bazen dertleşirdik, bazen mahallenin dedikodusunu yapardık ama hiç aksamaz her gün görüşürdük. Mahallenin oğlanlarıyla da kaçak kaçak bakışırdık. Oğlanlar her gün aynı saatte mahalleye gezmeye çıkardı. Biz de Hülya ile o saatte sözleşir, sanki onlardan haberimiz yokmuş gibi bir köşede muhabbet ederdik. Tabi o zaman şimdiki gibi arkadaşlık falan yok, en fazla bakışırsın. Oğlanın gönlü varsa alır anasını istemeye gelir. Verirlerse gidersin, vermezlerse ı-ıh. O kadar. Mehmet’i ilk kez o zaman gördüm. Esmer, uzun boylu tam bir delikanlıydı. Bana baktığını fark ettiğimde nasıl sevinmiştim bilsen! Yalan değil, ben de kaçamak bakıyordum arada ama konuşulmaz böyle şeyler tabi. Aradan birkaç ay geçti, günlük bakışmalarımız devam ediyordu. İkimiz de biliyorduk tabi, gönlümüz vardı birbirimizde. Bir gün eve geldim, yemekleri hazırladım ailece sofraya oturduk. Üvey babam sofradan kalkarken ömrüm boyunca unutamayacağım o cümleyi kurdu:” Evlendiriyorum seni.” Daha 17 yaşındaydım ben. Ağladım durdum bütün gece. “Bana verecek bir lokma ekmeğiniz yok mu” dedim. “N’olur vermeyin beni.” Yine ağladım. Babalığım sustu, hiçbir şey demedi. Baktım çare yok, Hülya’nın kapısına gittim o gece. Her şeyi anlattım, “Evleniyormuşum” dedim. “Yarın o çocukla gidip konuşacaksın, soracaksın gönlü var mıymış bende. Varsa gelsin istesin beni” dedim. “Tamam, sorarım. Yarın üçte çık sen, buluşalım.” dedi. Ertesi gün aynı saatte çıktık mahalleye. Delikanlılar yine toplanmış sokak sokak dolanıyorlardı. Hülya’ya “Hadi git” der gibi bir bakış attım. Mehmet’in yanına gitti, bir şeyler söyledi. Uzaktan onları izliyordum. Kalbim yerinden çıkacaktı, o an öleceğim sandım. Hülya, Mehmet’le bir köşeye çekildi. Konuştuklarını görüyordum. Şüphe çekmemek için biraz uzaklaştım. O beş dakika bana 17 yıldan daha uzun geldi. Sonra Hülya’nın geldiğini gördüm. Dilim tutulmuştu sanki, konuşamıyordum. “So-sordun mu?” dedim. “Ne dedi?” İşte o an bütün dünya gözlerimin önünde un ufak olmuştu sanki. “Benim gönlüm yok onda, hem nerden çıkarmış ki?” dedi, deyip sustu. O an bütün dünya gözlerimin önünde un ufak olmuştu sanki. Dünyadaki bütün aynalar kırılmış, bütün camlar paramparça olmuştu. Başka türlü tarif edemem bunu. Birkaç saniye sonra kocaman hayal kırıklığım yerine öfkeye bıraktı. Nasıl derdi bunu? Ne diye bakıyordu ona o zaman? Kızlarla gönül eğlendiren arsız oğlanlardan biriydi demek ki. Tüm o bakışmalarımızı düşündükçe sinirim gitgide katlanıyordu. Hülya’yı orada öylece bıraktım, hiçbir şey demeden koşarak eve gittim. Babalığım evdeydi. Girer girmez “Tamam” dedim “ Sen münasip gördüysen evlenirim baba.”
Yengemin iç çekişiyle mutfak masamıza geri döndüm. “Bir çay daha koyayım, içeriz” dedi. “Amcan çok seviyor bu çayı, güzel değil mi?” dedi. Birer sigara daha yaktık. Hikayesini anlatırken gözünü kül tablasından ayırmıyordu. Sanki gözünü ayırırsa o sis perdesi dağılacak, Hülya, Mehmet, herkes toz olup uçacak gibiydi. Bir kez daha iç geçirdi, anlatmaya devam etti: “ Hemen ertesi gün aileler arası görüşmeler başladı. Çok uzun sürmez böyle şeyler zaten. Bir iki kez görüşülür, adı konulur sonrası düğün dernek. İşte böylece tanıdım amcanı. İyi birine benziyordu aslında ama benim gözüm amcanı pek görmüyordu, ne yalan söyleyeyim. Günler boyunca tek düşünebildiğim şey Mehmet’ti. Nasıl yaptı bunu, pis hovarda deyip duruyordum kendi kendime. Öfkem, diğer bütün duygularımın önüne geçmişti. Gitgide büyüyen bir çığ gibi önüne ne katsa alıp götürüyordu. Aradan birkaç hafta geçti, düğün hazırlıklarım yavaş yavaş başlamıştı. Evlenmek üzere olan bir genç kızdım artık, öyle her istediğimde dolaşmaya çıkamazdım. Ayıp. Hülya ile bile görüşemiyordum ne zamandır, özlemiştim arkadaşımı. Kırk yılın başı bir gün mahalleye çıktık Hülya’yla. Son gezmelerimdi bunlar, biliyordum. Eve dönerken birinin kolumdan sertçe tutup çektiğini hissettim. Tam çığlığı basıyordum ki, o badem gibi gözleri gördüm. İlk kez bu kadar yakındık birbirimize. Allah var, yakından daha da yakışıklıymış diye geçirdim içimden. Tabi istifimi bozmadım ama. Kaşlarımı çattım “Ne var, ne dolanıyorsun sen benim peşimde? Evleneceğim zaten ben, hadi bas git.” dedim. Ona bu kadar yakın dururken bunları söyleyebildiğime kendim de hayret etmiştim. “Gülay evleniyor musun sen?” Sinirim iyice tepeme çıktı. Haspaya bak bir de hesap soruyor! Gözlerimden alevler çıkarak “Evleniyorum tabi, seni mi bekleyecektim? Gönlün de yokmuş zaten bende, ne sorup duruyorsun?” diye bağırdım. İşte o bakışları hayatım boyunca unutmadım. Mıh gibi çakılıp kaldı zihnimin her bir köşesine. Gözümü çevirdiğim her boşlukta hala o badem gözleri ve o gözlerde bıraktığım üzüntüyü görüyorum. “N-ne, nasıl yani? Ne diyorsun Gülay? İstemeye geleceğiz dedim ya sana. Bunu bile bile nasıl evlenirsin? Hiç mi vicdanın sızlamadı? Beni hiç mi düşünmedin? Hani gönlün vardı ben de? Neden evleniyorsun Gülay?” Mehmet’in arka arkaya sorduğu her soru şakaklarıma saplanan bir bıçak gibiydi, keskin. Ne olduğunu anlamam birkaç dakikamı aldı. Hülya… Sen bize ne yaptın? Ağlamaya başladım, hem de hüngür hüngür. Mehmet’e neler olduğunu anlatmaya çalıştım. “A-ama ama istemiyorum demişsin, öyle demişsin Hülya’ya. Gönlüm yok onda demişsin.” Gözyaşlarımın arasına sıkıştırabildiğim birkaç cümlem buydu. Her şey bu kadardı işte. Mehmet bana bakıyordu, ben ona. O da ağlamaya başladı. Şimdi bir de ağlarken görüyordum o gözleri. En acısı da buydu. “Öyle der miyim ben hiç? Demedim öyle. Benim de gönlüm var dedim, tamam dedim istemeye geleceğiz başkasına varmasın dedim.” Hülya…
O günden sonraki birkaç hafta ne Hülya’yı gördüm ne Mehmet’i. Her şey tamam olmak üzereydi, hazırlıklar yapılmıştı. Düğün tarihim de belliydi. Buradan dönüş yoktu. Hissizleşmiştim. Sanki bir başkası için hazırlıyordum her şeyi. Bu gelinlik benim değildi, içine girene kadar anlamamıştım. Herkes bu halimi düğün telaşıma veriyordu, oysa ben biliyordum. Bu yara hep açık kalacaktı. Düğün günümde Mehmet not yolladı bana “Gel kaçalım” diyordu. Yine ağladım. “Mehmet! Vazgeç artık, bırak da evleneyim.” diye ağladım. O gece düğünüm oldu. Yine ordaydı, durmadan içiyordu. Bütün gece gördüm onu, bir an bile ayrılmadı yerinden. Bütün gece düğünümü izledi. Sonradan öğrendim, o gece alkol komasına girmiş, arkadaşları zor toplamış. Bu kadar, bu kadar işte. Bir daha ondan haber almadım.
Yengemin ağlaması durmak üzereydi. Biraz daha sakinleşmişti. Bu hazin sonu yıllar önce kabullenmişti belli ki, anlatırken ağlamıyordu artık. “Böyle işte.” dedi. Bizim hikayemiz de bu. Sonra o hiç unutamayacağım şeyi söyledi:” Amcanla evliyim, tabi seviyorum onu. İyi biri, çocuklarımın da babası. Ama bir ayet var biliyor musun “İnsan sevdiği ile haşr olunur” diyor, yani kıyamet günü herkes sevdiği kişi ile birlikte dirilirmiş der. Ben Mehmet’le dirileceğim.”
Trackbacks and Pingbacks