Öykü

YAPILACAKLAR LİSTESİ

By

Televizyonu kapattım. Karşı apartmandaki kadın kendini camdan sarkıtıp gizli gizli sigara içtiğine göre belli ki saat epey geç olmuştu. Yerimden kalkıp odama gittim. Özenle toplanmış yatağımın üstündeki yastıkları kaldırdım, yorganı açtım. Saat kaç olursa olsun, nerede olursam olayım dişlerimi fırçalamadan, pijamalarımı giymeden uyuyamam. Sızmış bile olsam kalkıp kafamdaki görevler listemi yerine getiririm. Bu her zaman böyledir.  Aslında hayatımdaki her şeyin bir sırası, yeri, zamanı vardır. Sanki biri elime bir alışveriş listesi vermiş, hangi kasaptan et, hangi manavdan domates, hangi fırından ekmek almam gerektiğini benim için önceden belirlemiş, hangisinin daha iyi olduğuna çoktan karar vermiş gibi. Kendi hayatımın apartman görevlisiyim de denebilir buna, bitmek tükenmek bilmeyen istekleri tek tek yerine getiriyorum. Her zaman kendi kararlarımla var olduğuma emin, istediklerimi bilen ve hedef odaklı biri oldum ama işte şu soğuk yatağa girince düşünüyorum bazen. Dişlerimi fırçalamadan uyusam ne olacaktı ki?

Sabah uyandığımda, sol omzum tutulmuş gibiydi. Bir sabah ritüeli olarak el-yüz yıkama, tuvalet, tekrar el yıkama, üst değiştirme, kahvaltı, acele ile evden çıkmaya çalışırken kediyi öpme, ama uyandırmamaya dikkat etme, sokağa çıkma, sigara yakma, otobüs bekleme işerini sırasıyla yaptım. “Same shit, different day” sözünün yürüyebilen, gerektiğinde gülen, yerine göre susmasını bilen mükemmel bir örneğiydim.

Koşturmamın arasında telefona baktığımda annemin aradığını gördüm. Eskisi gibi vakit ayıramıyorum insanlara. En yakınlarıma bile yetemiyorum gibi geliyor. Kendimle uğraşıyorum çünkü. Her zaman daha güçlü bir ben inşa etmeye çalışıyorum, sizin çimento, benim karar alma mekanizması dediğim şeyle.

Boş kaldığım her an düşünüyorum. Neler yaptım, neler yapmalıyım, ne olacak? Annem, “Çok düşünüyorsun, her şey olacağına varır,” dedi onu geri aradığımda. Hâlbuki ona düşüncelerimden bahsetmemiştim. Sadece gündelik telaşlarımı, yorgunluğumu anlattım. Anne olmak böyle bir şey herhalde, dünyaya getirdiğin varlığı kaç yaşına gelirse gelsin, ne olursa olsun merak ediyorsun, onun için endişe duyuyorsun. Telefonu kapattıktan sonra, aklıma akşam gördüğüm rüya geldi.

Sık ağaçların arasından yürüyorum. Hava soğuk, ama titretmiyor, tam sevdiğim gibi. Patika yollardan yürüyorum. Ayaklarım çıplak, nemli kumlara basıyorum. Sırtımı denize vermiş, ormanın derinliklerine gidiyorum. Uzaktan bir karaltı görüyorum. Aynı bana benzeyen ama iki metre boyunda, saçları beline kadar uzanan, üstünde siyah bir elbise olan birini görüyorum. Elleri kemikli ve ince, tırnaklarında kan kırmızısı ojeler… Yerde beyaz bir kurt, kurt bana göre çok büyük olsa da kadının yanında bir süs köpeği gibi kalmış.  Kadının elinde bir ayna vardı. Yerlerde benim kırık dökük eşyalarım vardı ve her yer her yerdeydi. Bu manzara bile beni germeye yetti. Derken bir ses duyuldu, kadın elindeki aynayı yere düşürdü ayna bomba gibi patladı. Son hatırladığım kadının tırnaklarına sürdüğü renkteki kanının havalanıp yüzüme doğru sıçramasıydı.

Derken uyandım, ellerimle yüzümü yoklayıp kan aradım sonra bir anda aklıma geldi: “Şükürler olsun ki kan gördüm, rüya bozuldu” diye düşündüm. Sabah koşturmasında yapamamıştım ama telefonumu alıp rüya tabirlerine baktım. Zaten rüyada gördüğüm her şeyin anlamına tek tek baksam da tüm imgelerin hem iyi hem de kötü anlamları var. Neyse, kan gördüm sonuçta, düşünmeye bile gerek yok. Kendimi olumlu şeyler düşünmeye zorladım. Böyle anlarda da kendimi hep bir maskeli baloya giderken hayal ederim. Kafamda maskeler, kostümler canlandırınca korktuğum şeyleri düşünmüyorum. Yine öyle yaptım.

Gün hızlı akıyor, son toplantımdan da çıkıp en yakın arkadaşımı aradım, şu rüyayı anlatıp rahatlamak istedim. Rüya herkese anlatılmaz, hele ki kötüyse ilk olarak “Akan suya anlat, su gibi aksın gitsin,” derler ama ne bileyim, en yakın arkadaşlar da kötü düşüncelerini, kaygılarını, rüyalarını anlattığın o su gibi değil midir?

Aslında değildir, paylaştıkça hafifleyeceğinize ağırlaşırsınız. En azından bana öyle oldu. Rüyamı anlattıkça, rüyamda gezinip duranın kim olduğu fikri beni içten içe sardı, rüyamdaki her bir ayrıntıyı daha da görünür yaptı. O kadın, kurt, kırmızı oje…  Tüm bunlar beni çocukluğumdan beri kaçıp durduğum o gerçekle burun buruna getirdi bir anda: Rüyamda gezinip duran o kırmızı ojeli kadının annem olduğunu hissettim. Onunki gibi bir yüz ifadesiyle, uzun boylu kadın hayatındaki herkesle mesafeliydi sanki. Kendi doğrularıyla yaşayan, daha doğrusu elâlem ne der diye düşünmekten ve ailesinin isteklerini yerine getirmekten başka şey bilmeyen bir ev hanımıdır annem. En büyük hobisi evinin sürekli deterjan kokmasını sağlamak. Tüylü hiçbir şeye dokunamayan, şeftali görse, “Ay içim bir hoş oluyor, o ne öyle tüylü tüylü,” diyen biri. Kedi sahiplendiğim zaman bir daha sana gelmeyeceğim dedi, nitekim de öyle oldu. E artık o da gelmediğinden çok görüşemiyoruz. Özlüyorum onu. Eskiden okuldan geldiğimde mutfak masasında bana hazırladıklarını yerken, masanın tam karşısındaki kocaman mermer tezgâhta bulaşık yıkarken ya da kek çırparken bir anda komşunun çocuğunun sınav puanlarından tutun da öğretmenler gününde okuduğu şiire kadar anlatırdı. Tek çocuğum ben, annem komşunun çocuğunu daha mı çok seviyor diye bile düşünürdüm o zamanlar. Şimdi yeniden aklıma gelince kendimi kötü hissettim, ama biliyorum beni ne kadar çok sevdiğini.

Küçükken Türk filmlerini izlemeyi çok severdim, özellikle sarı saçlarıyla, ışıl ışıl gözleriyle Filiz Akın’ı. Bir yıldız olduğunu seyircisine hatırlatmadan biten filmi yoktur. Her haliyle muhteşemdir.

Filmleri izler izler, sonra çocuk aklımla anneme “Annee kırmızı oje sürseneee” derdim, o da bana kızardı. “Ev hanımlarının elinde oje olmaz, yemek yaparken zorluk çekeriz,” derdi, ne zorluğuysa bu… “O zaman saçını sarıya boya,” derdim, “Aaa boyaların hepsi katkı maddesi dolu saçıma başıma öyle şeyleri süremem,” derdi. 

Annem işte, bazen beni de kendine benzetti mi diye düşünüyorum, ama annem gibi olduğuma inanmıyorum.  Bu rüya korku kadar geçmişi de uyandırdı bende. Aile ilişkilerimizi, düzenimizi, alışkanlıklarımızı gözden geçiriyorum da annemin aksine babamla hep güzel anılarım var. Karnemi aldığım zaman doğru dükkanına koşup notlarımı gösterirdim, o da bana güzel bir harçlık verirdi. Yazları yazlığa gidilince daha günün ilk ışıklarıyla gözümü açar, babamı kandırıp beni denize götürmesini sağlardım. Bana hep çok güzel balonlar alırdı, yeni yeni masallar anlatırdı. Herkes beni babama benzetir, sadece tip olarak değil huy olarak da ona benzediğimi söylerdi. “Baba, ben ne de çok özlemişim seni, nurlar içinde yat.”

Derken düşüncelerle dolu bugün de bitti, ofisteki işlerimi bitirip çantamı alıp çıktım. Markete uğradım, almam gerekenleri telefonumun notlar kısmına kaydetmiştim, açıp bakayım da eksik bir şey kalmasın diye geçiriyorum içimden. Şu köşeyi dönmeden Ekrem Ağabey’ye de uğrayayım da kediye kum alayım, yakında değiştirmek gerekir.

“Ekrem Abi merhaba, nasılsın?”

“İyiyim kızım sağ ol, seni sormalı?”

“Koşturuyoruz, ne olsun. Bizimkinin kumundan var mı?”

“Evladım ondan bayağıdır gelmiyor, firma artık üretmiyor dendi ama kesin bir bilgim yok. Sana şu turuncu olandan vereyim, hem antibakteriyel o da.”

“Yaa, bu çok kötü oldu. Bizimkisi biraz seçici, bir kez başka aldım, dolabın içine işedi sonra. Sadece o kum olunca içim rahat ediyor. Hayvan bütün gün evde yalnız kontrol edemiyorum ki.”

“Haklısın kızım, ağızları var dilleri yok, onun da sevdiği bir koku, bir doku vardır elbet. Ben senin için firmayı arayıp soracağım, gelip geçerken uğra yine bana.”

“Çok sağ ol Ekrem Abi, Elif’e çok selam.”

Eve doğru hızlı hızlı yürürken bir anda durdum. Ben biraz önce ne yaptım? Lise arkadaşımın babasına, bizim kedi biraz hassas, başka kuma işeyemiyor mu dedim?  Anneannemin bir lafı vardır, “Kâseye ne koyarsan kaşığa o gelir” der. Sağ olun ailemin güzel kadınları, bugün ne çok andım sizi. 

"İnsanlar kadar olayların, olaylar kadar da eşyaların hikayelerini anlatmaya çalışıyorum."

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks