Deneme, Röportaj

UZAY HUKUKU ÜZERİNE BİR RÖPORTAJ

By

Uzay hukuku ve kapsadığı alanlar günümüz dünyasında çok önemli ve tartışılır bir konu olmuştur. Bunun en büyük nedeni insanlığın uzay faaliyetlerinin son 60 sene içerisinde bir artış göstermesidir. Bu artış yakın gelecekte uzay madenciliği gibi konulara evrilebilir ya da yeni yüzyılda insanlık uzayda koloni kurmuş olabilir. Uzay hukuku bu noktada çok fazla önem kazanıyor. Uzay hukuku devletlerin uzay faaliyetlerini düzenlemede ve kendi aralarındaki anlaşmazlıkları çözebilmelerinde çok önemli bir rol oynuyor. Uzay hukuku ve uzay faaliyetleri yeni çağda her ülke için bir ihtiyaç haline dönüşecektir, aynı zamanda teknoloji ve hukukun birlikte gittiği bu çağda bu konuyu daha derinden incelemek istedim. Türkiye’de bu konuyla ilgilenen ve 2008’de İstanbul Barosu’nda Uzay Hukuku Komisyonu’nu kuran, halihazırda komisyonun başkanı olan ve aynı zamanda İTÜ’de Uzay hukuku hakkında ders veren Nazlı Can ile röportaj yaptım:

Uzay hukuku nedir? Kapsadığı alanlar nelerdir?

Uzay hukuku, devletlerin uzay faaliyetlerini ele alan bir hukuk dalıdır. Uluslararası hukukun bir parçasıdır. Telekomünikasyon uydularının frekans tahsisinden tutun, uzay araçlarının tesciline, uzayda verilen zararların tazminine ve uzay kaynaklarının kullanımına kadar pek çok konuyu içeren bir hukuk dalıdır. Tabii bazen enteresan ve komik olaylar da oluyor. Uzayda mülkiyet iddiaları gibi. Bunların hepsinin cevabı uzay hukukunda mevcut.

Uzay hukuku nasıl ortaya çıkmıştır?

Uzay hukukunda dönüm noktası 1957’de Sputnik 1’in fırlatılmasıdır. Fakat bu yıldan çok daha öncesinde de bazı enteresan çalışmalar yapılmış. Örneğin 1910’da Paris’te yayınlanan bir makalede Emile Laude uzay hukuku hakkında ilk çalışmayı yapıyor. Enteresan bir çalışması var Laude’nin ve çalışmasında Hertz dalgalarının mülkiyetini tartışıyor. Sonrasında 1920’ler ve 1930’larda da yine bu alanda değişik çalışmalar yapılıyor, özellikle hava sahasının dikey limitinin olmaması gibi konularda çalışmalar var. 1953’te ise uzay hukuku üzerine ilk doktora tezi yazılıyor. Sputnik 1’e kadar uzay hukukuyla alakalı farklı farklı çalışmalar yapılıyor ama esas Sputnik 1’in fırlatılmasından sonra Birleşmiş Milletler Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Komitesi’nin kurulmasıyla beraber bugünkü düzenlemelerin temeli atılıyor. Bu komite daha sonradan uzay hukukunun en temel antlaşmalarını, ilke ve bildirgelerini düzenliyor. Dolayısıyla uzay hukukunun tarihi nedir dediğimiz zaman evet dönüm noktası Sputnik 1’in fırlatılması, ancak bunun çok daha öncesine, 20.yüzyılın başlarına kadar gitmek de mümkün.

SSCB ve ABD soğuk savaşının bu konuya etkileri neler olmuştur?

Soğuk Savaş bildiğiniz üzere 2. Dünya Savaşı’ndan sonra 1947’de başladı ve 1991’e kadar devam etti. İki bloğun siyasi, ekonomik ve teknolojik mücadelesiyle bu savaş sürdü. Bu noktada uzay da çok önemli. Zaten Sputnik 1’in fırlatılmasından sonra, Sputnik 2 ve 3 gönderiliyor ve tabii bu maddi olarak da Sovyetler Birliği’ni baya zorlayan bir süreç. Bu arada ABD buna mukabil olarak 1958 yılında NASA’yı kuruyor. Dolayısıyla Soğuk Savaş’ın uzaya yansıyan kısmında uzay anlamında çok fazla gelişme kaydediliyor. SSCB ilk hamleyi yapıyor ardından da her iki ülke yoğun biçimde uzay faaliyetlerine devam ediyor.

Uzay turizmi hakkında düzenlemeler oluştu mu?

Uzayla ilgili Birleşmiş Milletler Antlaşmaları, 1967 Uzay Antlaşması ve Ay Anlaşması ile biter. Bu tarihlerde uzay faaliyetleri sırasında kullanılan astronotlar asker kökenli, o zaman için sivillerin turistik seyahatleri ile ilgili bir düzenleme yok. Dolayısıyla doğrudan doğruya uzay turistleri ile ilgili hüküm ve düzenlemeler bu metinlerde mevcut değil. Hatta bu kişilerin astronot sayılıp sayılmayacağı bile belirsiz. Örneğin astronot için doğrudan doğruya bir tanım yoktur, sadece “envoys of the mankind” yani insanlığın temsilcisi olarak geçerler. Buna karşılık Amerika’nın kendi iç hukukunda ticari uzay faaliyetleri ve uzay turistleri ile ilgili bazı düzenlemeler var. Ya da Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki faaliyetlerle ilgili düzenlemeler var dolayısıyla uzay turizmi başladığı takdirde bütün bu düzenlemelerden hareketle, ilgili duruma göre değerlendirme yapılacaktır.

Hava hukukunda yolcuya gelebilecek zararlar hakkında belli düzenlemeler var, sizce uzay hukukunda bu tarz düzenlemeler nasıl olabilir?

Bahsettiğim antlaşmalardan biri de 1972 yılında yürürlüğe girmiş olan “Sorumluluk Sözleşmesi”. Bu sözleşme uzay faaliyetleri sırasında verilen zarardan dolayı doğabilecek olan sorumluluklarla alakalı. Sözleşme uyarınca “fırlatan devletin” sorumluluğu vardır. Fırlatan devlet; ülkesinden veya tesislerinden uzay cismi fırlatılan devlettir ya da uzay cismini fırlatan ya da fırlattıran devlettir. Dolayısıyla kapsamlı bir “fırlatan devlet” tanımı vardır. Eğer ki yeryüzünde ya da seyir halindeki uçaklara bir zarar verildiyse fırlatan devlet mutlak sorumludur. Ama zarar yeryüzünden başka bir yerde, bir uzay cismine ya da uzay cismi içindeki insanlara ve mallara, bir başka uzay cismi tarafından verildiyse kusur sorumluluğu vardır. Geçmişte uzay faaliyetleri dolayısıyla verilmiş olan zararlarda neler yapıldığına ilişkin örnekler var. Mesela daha önce Uranyum 235 izotopu ile zenginleştirilmiş uranyum ile çalışan bir nükleer reaktör taşıyan SSCB uydusu, 1978 yılında Kanada’ya düşüyor. Kanada ABD tarafından teklif edilen  yardımı kabul ediyor ve “Operation Morning Light – Sabah Işığı Operasyonu” ile temizleniyor bölge. Olası düşmenin hangi ülkelere bildirilmesi gerektiği ya da temizleme safhasında hangi bilgilerin paylaşılacağı, uzay cisminin sahibi olan ülkenin hangi bilgileri paylaşmasının gerektiği vs. gibi konularda tabii Soğuk Savaş’ın da etkisiyle Kanada ve SSCB arasında değişik bir süreç geçiyor. Sorumluluk sözleşmesinde normalde tazminat talebinin diplomatik yollarla yapılacağı ve diplomatik görüşmelerden netice elde edilemezse de “Talep Komisyonu” adı verilen bir komisyonun kurulacağı düzenlenmiştir. Bu komisyonun örneğin şu ana kadar oluşturulduğu bir örnek yok.

Artık uzaya çok fazla insanlı uçuş olmuyor, bunun uzay hukuku açısından bir açıklaması var mı?

Bence uzay hukukundan kaynaklı bir sebebi yok ancak teknik sebepleri var. Mesela uzayla ilgili çok fazla insansı robot kullanılıyor. Hatta ABD bu konuyla ilgili ilk denemeyi yeryüzünde yaptı. NASA 1996 yılında Robonaut Projesi üzerinde çalışmaya başladı ve ilk versiyonu 2000 yılında oluşturdu. Robonaut 1 hiçbir zaman uzaya gönderilmedi ama daha sonra üretilen Robonaut 2 2011 yılında Uluslararası Uzay İstasyonu’na gönderildi. Sadece ABD’nin değil AB’nin, Japonya’nın, Rusya’nın da yine uzay faaliyetleri için geliştirdiği insansı robotlar var. Örneğin; Japonya’nın geliştirdiği Kirobo “uzayda ilk arkadaşlık eden robot” ve “robotun sohbet ettiği en yüksek irtifa” konusunda iki tane Guinness rekoru kırdı. IBM ve Airbus tarafından Alman Havacılık ve Uzay Merkezi DLR adına geliştirilmiş olan  CIMON ise uzaya gönderilen ilk yapay zekalı robot olarak tarihe geçti. Temel fonksiyonu astronotlara yardım etme ve onlara arkadaşlık etme olan bu robotun ikinci versiyonu yakın zamanda gönderildi. Yine Rusya da kendi robotlarını geliştirip bu yıl uzaya gönderdi. FEDOR isimli bu robot özellikle Ay ve diğer gök cisimlerinde inşaat işlerinde yardım etme maksadıyla geliştirildi. Yaklaşık 180 cm boyunda olan robot aynı zamanda 20 kg kargo kaldırabilme kapasitesine sahip, ayrıca kavrama yetisi de olan robotun silah kullanımı konusunda da donanımı var. Daha başka da örnekler var. Uzay insanların yaşaması için elverişli bir yer değil. Bugün uzayda yerleşim, üs kurma vs. gibi planlar varken de çok sayıda fiziksel ihtiyacı ve kısıtlamaları olan insanoğlunun sınırlarını zorlamak yerine robotların tercih edileceğini söyleyebiliriz. İnsanlı uçuşlar yine olacaktır. Şu an zaten halihazırda uzayda olan çok sayıda astronot var ancak bahsettiğim üzere yeknesak işlemlerin, zorlayıcı işlemlerin ya da uzak mesafedeki çalışmaların yapılması için robotların kullanımının tercih edileceğini söylemek mümkün.

Uzay trafiği ve uzay çöpü nedir?

Uzay çöpü Sputnik’in fırlatılmasıyla başladı. Uzay çöplerine tanım açısından bakacağınız zaman en minik parçalardan en büyük parçalara hepsini kapsamaktadır. Şu anda korkunç rakamlara ulaşmış vaziyette. Çöp doğal yollarla da oluşabiliyor. Yani uydu ömrünü tamamlıyor ya da bir kaza oluyor. Ya da Çin’in 2007’de yaptığı gibi ülkeler kendi uydularını vurabiliyor. Uzay çöpü bu gibi sebeplerden oluyor ve bunlar çok ciddi bir problem. Bu konuda ilk konferansı NASA 1982’de yaptı. Bunu Avrupa Uzay Ajansı ESA takip etti. 1993’ten bu yana da farklı ülkelerin uzay ajanslarının üyesi olduğu uluslararası bir atık koordinasyon komitesi olan IADC (Inter Agency Space Debris Coordination Commitee) tarafından düzenli çalışmalar yapılıyor. Birleşmiş Milletler’de etkisi olan bu komitenin de çalışmalarının neticesinde 2007 yılında “Uzay Atıklarının Azaltılması İlkeleri” kabul edildi. Bağlayıcı olmayan ancak gönüllülük esasına göre tatbik edilecek olan bu düzenlemede normal operasyonlar sırasında atığın azaltılması, operasyon sırasında kopmaların azaltılması, yörüngede kazai çarpışma ihtimalinin azaltılması, kasti olarak tahrip etme veya sair zararlı aktiviteleri yapmaktan kaçınılması, LEO ve GEO yörüngelerinde uzay aracının ve parçalarının görevini tamamladıktan sonra uzun süre kalmasından kaçınılması ile ilgili düzenlemeler var. Uzay faaliyetlerinde aktif olan ülkelerin iç hukuk mevzuatının yanı sıra Uluslararası Telekomünikasyon Birliği ITU’nun, GEO’nun Çevresel Korunması ile ilgili tavsiyesi ve uzay sistemleri ile ilgili Uzay Atık Azaltılması ile ilgili ISO standartları da yine bu konudaki düzenlemeler arasında. Sorun sadece uzay atıklarının yarattığı tehdit değil, hukuki eksiklikler de aynı zamanda. Örneğin uzay cismi, cisim ve parçaları diye tanımlanır ve uzay cisimleri uzayda dahi olsa mülkiyeti ile ilgili bir değişiklik olmaz. Şimdi bir ülkenin kendi uydusunu vurması dolayısıyla oluşan uzay atıklarının çarptığı bir başka cismi olursa az önce bahsettiğim Sorumluluk Sözleşmesi uyarınca kusur sorumluluğu var diyebiliriz, ama atığın oluşmasında katkısı olmayan bir ülkenin uzay cisminin parçası bir başka uzay cismine zarar verirse bu durumda zararın tazmin edilememesi söz konusu olabilir. “Uzay atığı uzay cismi midir değil midir ya da uzay atığı haline gelmiş bir parça bir başka ülke tarafından imha edilebilir mi” soruları var. Dediğim gibi atık haline dahi gelmiş olsa cisim üzerindeki mülkiyet uzayda da devam edeceği için keyfi bir şekilde bir başka ülkenin uzay atığını imha edemez ya da edinemezsiniz. Uzay trafiği konusu da yine önemli bir konu, bunun koordine edilmesi gerekli. Türkiye’de 2016 yılında Birlemiş Milletler Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Komitesi’nin uzayın sınırlandırılması ile ilgili bir çalışmasında verdiği yanıtta uzay cisimleri ile ilgili kontrol ve takip mekanizmalarının Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü ile beraber oluşturulmasının hava aracı ve yörünge altı uçuş yapan araçlar arasında kaza olma ihtimalini bertaraf edeceğini ifade etti. Uzay cisimlerinin tescili ile ilgili düzenlemeler ve başka ülkelere zarar verme potansiyeli olan faaliyetlerde konsültasyon yapılması ile ilgili düzenlemeler olsa bile ilerleyen dönemde Elon Musk’ın ki gibi projelerle daha da kalabalık hale gelecek uzay için yetersiz olduğunu söyleyebiliriz. 

Uzay hukuku temelinde oluşan önemli sözleşmeler ve bildirgeler hakkında bize bahsedebilir misiniz?

1967-1979 arasında beş tane temel antlaşma düzenlendi. Bunların sonuncusu olan Ay Anlaşması 1979’da yapılmasına karşın 1984’te yürürlüğe girdi. Antlaşmaların yanı sıra; uzaktan algılama, nükleer güç kaynakları,  radyo televizyon yayını gibi konuları ihtiva eden beş ilke mevcut. Ancak ilkeler bağlayıcı değil maalesef kapsam olarak da eleştirilen yönleri var. Örneğin uzaktan algılama ile ilgili ilkelerde uzaktan algılama faaliyetleri sanki sadece çevresel gözlemleme maksadıyla yapılıyormuş gibi kısıtlı bir tanım yapılıyor ve diğer kullanım alanları olan askeri, ticari ve sair kullanımı düzenlemiyor.  Beş tane antlaşma ise kısa adlarıyla Uzay Antlaşması, Kurtarma Anlaşması, Sorumluluk Sözleşmesi, Tescil Sözleşmesi ve  Ay Antlaşması. Uzay Antlaşması daha geneldir ve hepsinden parçalar vardır. Uzayda hiçbir devletin egemenlik hakkının olmadığı, uzayın barışçıl amaçlarla kullanılacak, uzay faaliyetleri dolayısıyla zarar verilmesi halinde tazmin edileceği, uzaya her devletin ayrımcılığa tabi olmaksızın erişim hakkının olduğu gibi hükümler yer alır. Çok kapsamlı hükümler içermiyor ve en önemli konular dışarıda bırakılmıştır. Mesela uzay tanımı hala yok. Yani uzay sınırı nerede başlıyor ve bu sorun teşkil ediyor? Ortak mutabık kalınan bir sınır yok. Bu konuda Birleşmiş Milletler’in bir çalışması var ve bazı ülkeler bir sınır belirtirken bazı ülkeler de sessiz kalmayı tercih ediyor. Karman Hattı denilen Macar bilim adamı Theodore von Karman’ın belirlediği farazi bir sınır olan 100 kilometre sınırını kabul eden ülkeler de var, bundan farklı sınırları öneren ya da bu konuda hiçbir beyanda bulunmayan ülkeler de var. Dolayısıyla uzay hukuku anlamında uzay nereden başlar sınırı neresidir sorusu yanıtlanmamıştır. Astronot tanımı da yine tıpkı uzay gibi sıklıkla geçmesine rağmen yapılmamıştır. Kurtarma Anlaşması adından anlaşılacağı üzere kurtarma işlemleri ile ilgili düzenlemeler ihtiva eder. Yani bir uzay aracı mürettebatının kazaya uğraması ya da tehlikeli durumda bulunması halinde yapılması gereken prosedürler düzenlenir. Ya da uzay aracının parçalarının düşmesi halinde ne yapılması gerektiği ile ilgili düzenlemeler yer alır. Bunun örnekleri de olmuştur. Örneğin 1993 yılında kullanılmış olan Pegasus fırlatma aracının parçası Japonya’da Yoron Adası’nda bulunmuştur. Parçanın bulunması üzerine 2000 yılında Japonya Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ni ve cismin sahibi ABD’yi Kurtarma Sözleşmesi’ne uygun olarak bilgilendirmiş ve cismin tehlikeli olup olmadığı, ebadı vs. ile ilgili bilgileri de paylaşmıştır. Bir başka ilginç örnek ise Suudi Arabistan tarafından gerçekleştirilmiştir. 2001 yılında Suudi Arabistan bu sözleşmenin tarafı olmamasına rağmen kendi topraklarında bulduğu Amerika’nın GPS2 uydusundan kopan parça ile ilgili gerekli tetkikleri yapıp Birlemiş Milletler Genel Sekreteri’ni bilgilendirmiş ve ABD ile yine Kurtarma Sözleşmesi uyarınca temasa geçeceğini ifade etmiştir. Buna karşın uzayda yardım etme hali ya da kriminal faaliyetlerde ne olacağı gibi konularda düzenleme yoktur. Bir diğer antlaşma Sorumluluk Sözleşmesi’dir ki ondan az önce bahsettim, uzay faaliyetleri sırasında verilen zararlarda fırlatan devletin sorumluluğu düzenlenir. Yine içerik olarak eleştirilen bir diğer düzenleme Tescil Sözleşmesi’dir. Bunda sıkıntı ise tescil zamanı yeteri kadar net değildir tescil ettirmemenin bir müeyyidesi yoktur ve tescil edilecek bilgiler içeriği de yine yetersizdir. Örneğin Sözleşme’de uzay cisminin dünya etrafında bir yörüngeye girmek veya daha uzaya gitmek üzere fırlatılması halinde tescil edilmesinden bahsedilir. Buna karşılık uzay cismi daha geniş bir şekilde cisim ve parçaları olarak tanımlanır. Tescil ülkesinin yetkisi düzenlenmişken tescil edilmemiş olan cisimlerle ilgili yetkilerin kime ait olduğu düzenlenmemiştir. Tescil edilecek olan bilgilerin teyit edilebilmesine ilişkin bir mekanizma bulunmamaktadır. Tescil edilecek bilgiler de yine çok azdır özellikle çevre ile ilgili kaygıları göz önünde bulundurarak kullanılacak yakıt dahil bazı ek bilgilerin de tescil edilmesinde fayda vardır. Yine atık konusuna gelirsek yörünge pozisyonlarında değişiklik olması ya da atık oluşması halinde bildirim tescil yükümlülüğü yok. Son düzenleme ise az sayıda ülkenin tarafı olduğu Ay Anlaşması. Türkiye’nin de tarafı olduğu bu anlaşmanın müzakere aşamalarında yer almalarına karşı ileride ticari uzay faaliyetlerini kısıtlayacağı dolayısıyla ABD ve SSCB taraf olmaktan kaçınmıştır. Adı Ay Anlaşması ancak kapsamı Ay ile sınırlı değil, Dünya hariç diğer gezegen ve gök cisimleri de kapsam dahilindedir. Dolayısıyla Jüpiter ya da Mars da yine Ay Anlaşması’nın kapsamının içinde yer alır. Bunun haricinde de başka çok taraflı ya da ikili anlaşmalar ve devletlerin kendi uzay yasaları çerçevesinde uzayla ilgili faaliyetler düzenlenir.

Uzay hukuku devletlerin ortak kabul ettiği kurallar bütünü müdür? Yoksa her devletin kendi kuralları var mıdır?

Hem ortak kurallar vardır hem de devletlerin kendi kuralları vardır. Uluslararası antlaşmalar var bunun haricinde ikili ya da çoklu antlaşmalar da var. Uzay hukukunun tek metni bahsettiğim antlaşmalar değil. Mesela uluslararası uzay istasyonunun da kendi antlaşmaları var. Uzay ajanslarının da var. Uzay hukukunun çok sayıda kaynağı var. İç hukukta bunun önemli bir parçası. Dediğim gibi uzay faaliyetlerini aktif bir şekilde sürdüren ABD, Rusya olsun bunların kendilerine ait uzay yasaları var. Bunlarda uzay faaliyetleri ile ilgili sigorta yükümlülüğü de düzenlenir, uzaktan algılama faaliyetlerinin lisanslandırılması da. Tabii ki iç hukukun da uluslararası antlaşmalara uygun olması gerekiyor, bu devletler ona göre tanzim ediyor iç hukuklarını.

Hava hukukuyla benzeştiği veya ayrıldığı noktalar var mıdır?

Hava hukukunda Şikago Konvansiyonu’nda net bir şekilde devletlerin kendi hava sahalarında mutlak ve münhasır egemenlik haklarının olduğundan bahsedilir ve buna göre de şekillenir. Yolcu hakları, havayolu şirketlerinin yolcu ve yük taşımacılığındaki sorumlulukları, hava trafiği gibi konular belirlidir ve regüle edilmiştir buna karşılık uzay hukuku ile ilgili her ne kadar çok fazla kaynak varsa da çoğu bağlayıcı hukuk kuralı değildir ve tartışmaya açık çok fazla boşluk vardır. Az önce de ifade ettiğim üzere hava sahası üzerinde devletlerin egemenlik haklarının olduğu sarih düzenlenmişken, uzayda bunun tam tersi kimsenin egemenlik hakkının olmadığı düzenlenmiştir. Dolayısıyla ikisi birbirinden çok farklı dallar.

Uzay hukukunda uluslararası düzenlemelere yönelme zorunluluğu ne zaman ortaya çıkmıştır?

Soğuk Savaş döneminde uzay yarışı, uzay hukukunun düzenlenmesinde çok etkili olmuştur. Özellikle de Sputnik 1’in fırlatılmasından sonra bu yarışı kontrol altına alma ihtiyacı doğmuştur. Az önce bahsettiğim uzay hukuku antlaşmalarının da öncesine bunlara da rol model olan 1959 yılındaki Antarktika Antlaşması ve 1963 yılındaki Atmosfer, Uzay ve Sualtında Nükleer Test Yasağı Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma Kısmi Deneme Yasağı Antlaşması olarak da geçer. 1963 antlaşmasına sebep olan olay ise Mao Zedong’un Tayvan ile ilgili olarak ABD ile karşı karşıya gelmiş olmasıdır. 1950’lerinden itibaren nükleer silah geliştirmeye yönelik çalışmalara hız verdiği bilinen Çin’i frenleyebilmek için Kennedy yönetimi Sovyetler Birliği ile anlaşma imzalama yoluna gitti. Bu aslında uzaya özel olarak atıfta bulunulan ilk çok uluslu antlaşma metnidir. Bunları takiben de diğer gelişmeler olmuştur. Dolayısıyla akademik çalışmalar anlamında ifade ettiğim üzere 20. yüzyılın başlarına gidilebilirken fiili erişim tarihi olan Sputnik 1’in fırlatımı önemli bir dönüm noktası sayılabilir.

Türkiye, hava hukuku açısından birçok sözleşme ve protokole imza atmıştır. Uzay hukuku açısından imza attığı protokol ve sözleşme var mıdır? Bize onlardan kısaca bahsedebilir misiniz?

Bahsetmiş olduğum Uzay Hukuku Antlaşmaları’nın tamamına üyeyiz. Bunun dışında, 1963 Kısmi Deneme Yasağı Antlaşması ve diğer pek çok uzayla ilgili antlaşmanın da tarafıyız. Birleşmiş Milletler Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Komitesi’nin de yine 1977 yılından beri üyesiyiz.

Uzay hukuku ve kültürün ilişkisi nedir? Teknolojinin gelişimiyle ve yeni çağ ile beraber bu kavramlar iç içe geçmiş midir yoksa ayrışmış mıdır?

Uzay denildiğinde insanların aklına erişilmez çok uzak bir yer geliyor. Ama aslında uzay ve uzay teknolojileri günlük hayatımızın bir parçası. Doğrudan doğruya uzaydan temin ettiğimiz olanakların yanı sıra dijital fotoğraftan, teflona kadar aslen uzay araştırmaları sırasında geliştirilmiş ve sonradan günlük hayatımıza girmiş olan pek çok teknoloji ürünü de var.   Dolayısıyla uzay çalışmaları ve neticesinde geliştirilen teknolojik ürünler de toplumun yaşam biçimine, düşünce yapısına ve kültürüne er ya da geç tesir ediyor. Ulu Önder Atatürk daha henüz Sputnik 1’in fırlatımına yıllar varken 1930’larda insanoğlunun bir gün uzaya erişeceğini ve bizlerin de bu çalışmalarda yer almamız gerektiğini işaret etmiştir. Dolayısıyla bizim de sadece kullanıcı olarak değil doğrudan doğruya teknolojiyi geliştiren ülke olarak söz sahibi olmamız gerekir. Örneğin bugün hepimizin cep telefonu var. Her an her dakika GPS’e  bağlıyız ve her şeyimiz her dakika kaydediliyor. Dolayısıyla çok kritik önemi haiz hassas bilgileri biz sürekli paylaşıyoruz. Bu nedenle ben uzun yıllardır tıpkı Rusya ya da Çin ya da diğer bazı başka ülkeler gibi kendi konum belirleme uydu sistemimizi kurmayı ve bu teknolojide dışa bağımlı olmamayı savunuyorum. Uzay hukuku bunun neresinde derseniz işte bütün bu teknolojilerin hukuki alt yapısı da teknolojinin kullanım kurallarını belirlediği için önemli. Bugün uzay hukuku ile ilgili pek çok antlaşma ve ilkenin oluşturulma sürecine bakarsanız bunu görürsünüz. Teknolojiye sahip olan ülkeler ile teknolojiye sahip olmadığı için bir anlamda dezavantajlı olan ancak bu teknolojiye bağımlı olan ülkelerin farklı menfaatleri ve doğal olarak da hukuki altyapının oluşturulması esnasında farklı görüşleri var. Bizim de bu nedenle uzayla ilgili hem teknolojik, hem de hukuki altyapı çalışmalarına gereken önemi vermemiz gerektiği kanaatindeyim. Ben de bu doğrultuda çalışmayı tercih ettim ve konunun hem teknik hem hukuki boyutunu beraber ele aldım.  

Sokaktaki bir adam ne noktada uzay hukukuyla karşılaşacak?

Az önce ifade ettiğim gibi bugün hayatımızın olağan parçası olmuş pek çok teknoloji aslında uzay teknolojisi. Sokaktaki adam da dolayısıyla aslında her gün bunu deneyimliyor. Ancak bunun bir düzenlemeye tabi olduğunu ve bu düzenlemeleri ele alan “uzay hukuku” diye bir alanının olduğunu pek çok insan muhtemelen hiçbir zaman bilmeyecek.

Türkiye devlet olarak bu hukuk dalıyla nasıl bir ilişki içerisinde? Farkında mı?

Röportajımızın başında ifade ettiğim gibi biz Birlemiş Milletler Antlaşmaları’nın tamamını kabul ettik. Bunun dışında da pek çok uzayla ilgili anlaşmanın tarafı ve konferansın da üyesiyiz. Hatta Eylül ayında da İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Ayazağa Kampüsü’nde Türkiye Cumhuriyeti’nin ev sahipliğinde TÜBİTAK, Türkiye Uzay Ajansı ve Asya Pasifik Uzay İşbirliği Örgütü (APSCO) organizasyonuyla Birleşmiş Milletler Uzay Hukuku ve Politikası Konferansı gerçekleştirildi. Türkiye Uzay Ajansı’nın da kurulmuş olmasıyla beraber uzay alanında daha da faal olacağımızı temenni ediyorum.

Bu alana nasıl yöneldiniz? Akademik olarak nasıl bir gelişiminiz oldu?

Kendimi bildim bileli bilim ve teknolojiye ilgim vardı ancak eğitimim hukuk üzerine olunca bu iki disiplini birleştirebilecek bir çalışma arayışına girdim. 2003 yılında hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra bir süre hukuk bürosunda avukatlık yaptım sonra tesadüfi bir şekilde havacılık ve uzay hukuku diye bir hukuk dalı olduğunu keşfettim ve ülkemizde daha fazla ele alınmasının gerektiğini düşündüğüm için İstanbul Barosu’na müracaat ederek 2008 yılında “Havacılık ve Uzay Hukuku Komisyonu”nun kurulmasını talep ettim. Türkiye’de maalesef bu alanda bir yüksek lisans programı olmadığı için Hollanda’da Leiden Üniversitesi’nde Havacılık ve Uzay Hukuku üzerine yüksek lisans yaptım ve uçak kazaları üzerine tez yazarak da mezun oldum. Takiben İstanbul Teknik Üniversitesi’nde ve Hava Harp Okulu Uzay Teknolojileri Enstitüsü’nde havacılık ve uzay hukuku üzerine dersler verdim. Halen daha İTÜ’de öğretim görevlisiyim. Bunun dışında Türkiye Uzay Madenciliği Çalışma Grubu’nun kurucu üyelerindenim. Uzay Teknolojileri Eğitim Birliği’nin de yine üyesiyim. İki yılda bir yapılan Uzay Teknolojileri’nde Son Gelişmeler Konferansı’nda da yine uzun yıllardır hem konuşmacı hem de organizasyon komitesi üyesiyim. Kariyerimde daha çok yeni konuları ele almaya gayret gösterdim. Bu nedenle de  uzay madenciliği, uzayda siber güvenlik, uydularla konum belirleme sistemlerinin hukuki alt yapısı, insansız hava araçları, havacılık ve uzay teknolojilerinde blok zincir teknolojisinin kullanımı, uzayda insansı robotlar gibi konularda ülkemizde ilk kez konferans ve seminerler düzenleyerek makaleler yayınladım. Doğrudan doğruya teknolojik gelişmelere paralel bir alan olduğu için de yenilikçi olmak gerektiği kanaatindeyim. Bu alana yönelmek isteyenlere de tavsiyem hep bu olmuştur. Risk almaktan korkmasınlar, yeni konulara değinsinler ve teknolojik gelişmeleri sürekli takip etsinler. 

Uzay madenciliği hukuken mümkün müdür?

Önce nedir bu madencilik onu açıklayayım. Dünya’ya yakın asteroidler var bunların içinde yüklü miktarda değerli elementlerin olduğu biliniyor. Altın, platin, titanyum ve daha nicesi. Yine Ay da hem bazı elementler hem özellikle Helium 3 açısından oldukça zengin. Bu da iddialara göre Dünya’nın 10.000 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabilir. Planlanan da buradaki kaynakların edinilmesi. Uzayda madencilik yapılıp yapılamamasına ilişkin olarak değerlendirmeyi iki antlaşma çerçevesinde yapmak mümkün. Bunlardan ilki Uzay Antlaşması ikincisi de Ay Anlaşması. Ay Anlaşması açıkça yer altı ve yer üstü doğal kaynakların insanlığın ortak mirası olduğunu düzenler. Hatta zaten bu nedenle de uzay faaliyetlerinde önde gelen ülkeler tarafından kabul edilmemiştir. Bu nedenle Ay Anlaşması’na taraf ülkelerin uzay madenciliği yapması anlaşmayı ihlal eder. Uzay Antlaşması’nda ise ilgili maddelerin yorumlanmasında hukukçular arasında farklar mevcuttur. Uzay Antlaşması’nda devletlerin uzayda hiçbir şekilde egemenlik hakkı iddia edemeyeceği, her devletin uzaya erişim olanağına sahip olacağı, uzay faaliyetlerinde diğer devletlerin menfaatinin de gözetileceği, yer dışı cisimlerin Dünya’ya sokulması dolayısıyla yeryüzünde zarar verilmesinden kaçınalacağı ile ilgili maddeler uyarınca değerlendirme yapılır. Bir grup hukukçu uzay madenciliğinin söz konusu maddeleri ihlal ettiğini savunurken diğer bir grup ise Uzay Antlaşması’na aykırı bir durum olmadığını iddia ediyor. Henüz hukuki platformda bir mutabakat yokken Amerika sürpriz bir şekilde 2015’te bir yasa çıkararak kendi vatandaşlarının ve şirketlerinin uzayda madencilik yapabileceğini ama bunun Uzay Antlaşması’nı ihlal olarak yorumlamamak gerektiğini ve Amerika’nın uzayda egemenlik hakkı iddia ettiği anlamına gelmediğini düzenledi. 2015’teki düzenlemenin öncesinde başka bir tasarı daha vardı ancak kabul edilmedi o tasarı ile ilgili sunulan hukuki mütalaada örneğin Gabrynowicz uzayda sınır belirlemenin, “işte şu bölge bana ait” demenin egemenlik hakkı iddia etmek olacağını ancak oradan kaynak almanın egemenlik hakkı ihlali anlamına gelmediğini ifade etti. Madenciliği destekleyenlerin de bakış açısı bu. Takiben uzay hukukunda önemli bir yere sahip olan Uluslararası Uzay Hukuku Enstitüsü daha önceden de uzayda mülkiyet hakkı ve uzaydan kaynak edinilmesi ile ilgili görüş belirtmişken Amerika’nın bu düzenlemesini Amerika’nın Uzay Antlaşması’nı yorumu olarak değerlendirdi ve bu yönde bir görüş beyan etti. Takiben Lüksemburg uzay madenciliğini destekleyeceğini söyleyerek 200 milyon euroluk bir bütçe ayırdığını söyledi ve 2017’de “Uzay Kaynaklarının Keşfi ve Kullanımı Yasası”nı düzenledi. Amerika’dan farklı olarak Lüksemburg yabancı şirketlerin de kendisinde madencilik yapabileceği şekilde düzenleme yaptı ve Amerika’nın düzenlemesi Uzay Yasası içinde birkaç maddeden ibaretken Lüksemburg biraz daha kapsamlı bir hazırlık yaptı. Biz de Türkiye Uzay Madenciliği Çalışma Grubu olarak bütün bu çalışmaları değerlendiriyoruz. Lahey’de de yine Uzay Kaynakları üzerine bir başka çalışma grubu kuruldu. Bugün için fiili olarak yapılamamakla beraber er ya da geç madencilik yapılacak diye düşünüyorum ve her ne kadar hukuken mevcut düzenlemeleri ihlal ettiğini düşünsem de ve Türkiye Ay Anlaşması’na taraf olduğu için bizim açımızdan Anlaşma’yı ihlal olsa da uzun vadede bütün bunların aşılarak bizim de madencilik yapmamızı temenni ediyorum.

Uzayda askeri faaliyetler olabilir mi?

Evet olabilir. Uzay Antlaşması’nın uzaydaki askeri faaliyetler ve silahlanma ile ilgili düzenlemelerine bakacak olursanız bilinçli olarak esnek düzenlendiğini görürsünüz. Örneğin uzayda bilimsel amaçlarla askeri faaliyetler yapılabilir ancak askeri üs kurulamaz manevra denenemez bunlar yasaklanmıştır. Silahlanma konusunda ise kitle imha silahları ile nükleer silahların yerleştirilmesi yasaklanmıştır. Bu durumda başka silah türleri örneğin konvansiyonel silahlar kapsamın dışında kalır. Ya da uzayı sadece transit geçiş amacıyla kullanan silahlar yerleştirme olmadığı için yine ihlal ediyor denilemez. Uydular da yine askeri amaçlarla kullanılabilir bunun da önünde herhangi bir engel yoktur. Türkiye’nin de üyesi olduğu Silahsızlanma Konferanslarında özellikle PAROS yani Prevention of Arms Race in Outer Space – Dış Uzayda Silahlanma Yarışının Önlenmesi konusu hassas bir konudur. Çin ve Rusya’nın, AB’nin bu konuda sundukları önerileri vardır ancak uzay faaliyetlerinde şeffaflık olsun, uzaya silah yerleştirmeme olsun halen daha ortak mutabakat sağlanmış konular değildir. Uzun süre de olacağını zannetmiyorum. Bir de bağlayıcı olmayan inisiyatifler var örneğin Lahey Balistik Füze Yayılmasına Karşı Davranış İlkeleri Rehberi yine uzayda silahlanma yarışının önlenmesi, şeffaflık gibi konularda çalışıyor.

Kaynakça

ÖZ, A. (2015). HAVA VE UZAY HUKUKUNDA TAHKİMİN GELİŞİMİ YÜKSEK LİSANS TEZİ. Ankara.

BAL, D. A. (2014). HAVA-UZAY ARAÇLARININ (AEROSPACECRAFT) HUKUKÎ REJİMİ. okuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1465-1528.

Can, N. (2017). Space Mining, 8 th International Conference on Recent Advances In Space Technologies.IEEE.

Erdem, M. (2012). UZAY TEKNOLOJİSİNDE MEYDANA GELEN GELİŞMELERİN UZAY HUKUKUNA ETKİSİ. Ankara.

Hobe, S. (2013). Pioneers of Space Law. A Publication of the International Institute of Space Law. Leiden, Netherlands: Martinus Nijhoff Publishers.

King, M. T., & Blank, L. R. (2019). SYMPOSIUM ON THE NEW SPACE RACE INTERNATIONAL LAW AND SECURITY IN OUTER SPACE: NOW AND TOMORROW.Lay, S. H., & Taubenfeld, H. J. (1971). The Law Relating to Activities of Man In Space. Journal of Air Law and Commerce: https://scholar.smu.edu/jalc/vol37/iss1/10 adresinden alındı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks