Öykü

BABAMDAN YADİGAR

By


Yıllardan 1989, kırmızı, güllerle işlenmiş, el emeği göz nuru eski bir hırka. Daha on bir yaşındaydım anneme bunu aldığımda. Oturduğumuz köye yaklaşık kırk beş dakika uzaklıkta kurulan pazardan almıştım biriktirdiğim harçlıklarımla. Hayatı boyunca yüzü gülmeyen kadının yüzünü ben güldürmek istemiştim o küçücük aklımla. Kim bilebilirdi ki bundan yıllar sonra onunla aynı kaderi paylaşacağımı…

Babam, bir tekstil fabrikasında vardiyalı olarak çalışan bir bekçiydi. O zamanlara göre hatırı sayılır bir maaş alıyordu, aldığı maaşı da rakı sofrasında harcıyordu. Sorarsanız sonuna kadar dindardı, ta ki o anasonun kokusunu alıncaya kadar. Annem temizliğe gidiyor, babamın ben ve kardeşlerim üzerindeki eksikliğini doldurmaya çalışıyordu. Dolduruyordu da. Temizlik yapmaktan buruşmuş elleri, düşünmekten ağarmış saçları, ağzında hep aynı cümle “Gülnur ben okuyamadım, sen oku”

2014’ün Eylül ayıydı. Çamaşırları astıktan beş dakika sonra kapı çaldı. Kocam Mahmut her gün öğle aralarında eve gelir, ona hazırladığım yemeği afiyetle yer, bir teşekkür bile etmeden işine geri dönerdi. Kendisi, bir kahvehanede çalışıyor, ona kalırsa orayı yönetiyordu. 

Daha on yedi yaşında, beni annemle her zaman gittiğimiz tuhafiyede görüp beğenmişti. Beni babamdan isteğinde, daha on sekiz bile olmamıştım. O günü çok iyi hatırlıyorum. Annem bu kız daha çocuk, liseyi bile bitirmedi daha diyordu babam ise, çoktan yaşımın geldiğini, ona hesap vermeyeceğini söylüyordu. Bir yanım annemi bırakmak istemezken, bir yanım da babamdan uzaklaşmak, belki de ilerde seveceğim Mahmut’la evlenmek istiyordu. Bir şeylerin değişeceğini, kendi evimde görmediğim değeri, koca evinde görebileceğimi düşünmüştüm. Yaşadığım onca şeye rağmen, hayata umutla bakan bir kız çocuğuydum.

Kocamı tekrardan işe uğurladıktan sonra, dikiş makinesinin başına oturdum. Yarına yetiştirmem gereken iki yelek bir de bere vardı. Evliliğimizin ilk aylarında şehre yerleşeceğimizi öğrendiğimde, çok sevinmiştim. Okuyacağımı, bir meslek sahibi olacağımı düşünmüştüm. Öyle olmadı. Ben daha hayallerimi, düşüncelerimi paylaşamadan kocam karısının evde çocuk bakması gerektiğini, okuyan bir kızın “hafif meşrep” olacağını söylemişti. Israr etmeye, baş kaldırmaya gücüm yoktu. Böyle yetişmiştim zaten. Yapılan haksızlıklara tamam demeyi, konuşmaya başladığım ilk gün öğrenmiştim. 

Yeleğin yarısındayken, Ayşe aradı. Ayşe benim komşum, aynı zamanda sırdaşımdı. Benzer hayatlardan gelmiştik ve aynı yaralara sahiptik. Benden tek farkı, ben başkaları için kıyafet dikerken, o insanların evine temizliğe gidiyordu. Her gittiği evde yaşadığı, duyduğu hikayeleri bana anlatıyordu. Mahmut akşam eve gelinceye kadar saatlerce geçmişten, gelecekten, hayallerimizden konuşuyorduk. Bazen de gıybet yapıyorduk tabi. Üç çocuklu bir anneydi Ayşe. Onları okutmak için, dişini tırnağına takıp, başkalarının pisliklerini temizliyordu. Gocunmuyordu zaten bunlardan, çocukları için her şeyi yapacağını söylüyordu. Gocunması gereken bendim Mahmut’a göre… Ona bir çocuk bile verememiş, hastalıklı, işe yaramaz bir kadındım ben. Defalarca gittiğimiz doktor kapılarından her seferinde sinir ve nefretle dönüyor, benle evlendiği güne lanet okuyordu. Çocuğumuzun olmayacağını öğrendiği ilk gün “Baban seni bana kakaladı” demişti. Dördüncü denememizden sonra, az vaktimin kaldığını, olmazsa başka bir kadından çocuk yapacağını söylüyordu. Böylesine bir nefretin olduğu, hiçbir his barındırmayan sevişmelerimiz, olumsuz sonuçlanıyordu.

Yelekleri bitirdikten sonra hiç ara vermeden bereye geçtim. Saat altıya kadar bunları bitirip, Selin Hanım’a teslim etmem gerekiyordu. Selin Hanım, Ayşe’nin temizliğe gittiği evin hanımıydı. Kendisi bir tekstil fabrikasının sahibiydi. Mektepli, havalı giyinen, bir o kadar melek kalpli bir kadındı. Ayşe ona diktiğim kıyafetleri gösterdiğinde “Bana da diksin, kendi parasını kazansın, kocasının parasına muhtaç kalmasın” demişti. Biliyordum bana ihtiyaç yoktu o kocaman fabrikada, ama Selin Hanım’ın kalbi fabrikadan daha büyüktü. 

Korna sesini duyduğum gibi cama fırladım. Beyaz büyük bir araba kapıya yanaşmıştı. Bu Selin Hanım’ın arabasıydı. O daha kapıyı çalmadan ben kapıyı açtım ve içeri buyur ettim. Yeni demlediğim çayı sevdiği gibi ince belli bardakta ona ikram ettim. Heyecanlı ve bir o kadar da telaşlı gözüken Selin Hanım kapıdan girer girmez konuya girdi. Her zamanki gibi kibar ve cılız sesiyle “Gülnur, bizler arkadaşımla bir araya gelerek bir sosyal sorumluluk projesi düşündük. Okumamış, iş sahibi olmayan kadınlara özel kurslar verilecek, kursların sonunda da iş imkanı sağlanacak. Dikiş nakış konusunda ne kadar yetenekli olduğundan onlara da bahsettim. Ne dersin, katılır mısın kurslara?”dedi.

 O daha cümlelerini bitirmeden bunu Mahmut’a nasıl söyleyeceğimi düşünmeye başladım. Biliyordum, asla buna izin vermezdi. Çok isterim dedim, kocama sormam gerek diyemediğim için ben yine de biraz düşüneyim dedim. Diktiğim yelekleri ve bereyi Selin Hanım’a verdim, yelekleri göz ucuyla süzdükten hemen sonra “Senden çok ümitliyim Gülnur” dedi.  

Saat yedi gibi Mahmut eve geldi. Önceden hazırladığım sofraya oturmadan önce üzerinden yıllardır çıkarmadığı lacivert çizgili pijamasını giydi. Yemek yerken benimle konuşmaz, bazen at yarışı izler, bazen de gazetenin spor eklerini okurdu. Bu sefer öyle olmadı. Gazeteyi eline almasını beklemeden, “Mahmut seninle bir şey konuşmak istiyorum”dedim. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Korkuyordum vereceği tepkiden. Bana bağırmasından, vurmasından, en önemlisi de içimdeki umudu köreltmesinden korkuyordum. Selin Hanım’ın bana sunduğu teklifi anlattım. Sinirli bakışları ve gür sesiyle, “Sen kadınsın, kadınlığını bil.dedi. Bu ne demek oluyordu? Kadın olmak erkekler için ne ifade ediyordu? Bu soruları daha sonradan kendime sorduğumda verebilecek birkaç cevabım vardı. Ama o zaman, ağlamaya ramak kala, kendimi odaya kapattım. İçimden bir ses, kaç şu evden diyordu. Ama gidecek ne bir yerim vardı ne de arkamda duracak bir ağabey, bir baba. Eve dönersem, babam benim işe yaramaz, kocasını bile mutlu edemeyen, zavallı bir evlat olduğumu düşünecekti. Buna izin veremezdim. Ya kaderimi kabullenecektim ve kocamın isteklerine saygı duyacaktım ya da kendi yolumu kendim çizecektim.

Bu yaşanılanların üstünden iki hafta geçmişti. Selin Hanım’ın telefonlarına utançtan dönemiyordum. Bütün gün temizlik yapıyor, televizyondaki kadın programlarını izliyordum. Kayıp kızını bulmaya çalışan anneler, kocasından haber alamayan eşlerini izledikçe bir an olsun kendi hayatıma şükrederken buluyordum kendimi. Saat akşam sekiz olmuş, Mahmut hala eve gelmemişti. Sofraya koyduğum yemekler soğuduğu için tekrar ısıtıyordum ki kapının sesini duydum. “Bugün büyük gün” dedi Mahmut. Ne için böyle dediğini soramadan, konuya girdi. Ona çocuk veremediğimi, artık uğraşmayacağını ve başka birinden çocuk yapacağını söyledi. Beni hep böyle tehdit ederdi evet biliyordum ama gerçek olabileceğini hiç düşünmemiştim. O gün ilk defa geri cevap verdim ona. Hayır!dedim.Hayır! Asla başka bir kadınla yaşamam, başka bir kadının çocuğuna bakmam! Sadece gülümsedi ve odaya çekildi. O gülümsemesinin altında benim çaresizliğim, onun da erkekliğinin gücü vardı. 

Sabahın ilk ışıklarına kadar uyuyamadım o gün. Döndüm durdum yatağımda, bir an olsun hayatımdan bile vazgeçmeyi düşündüm. Sonra içimden bir ses, bir güç bana yapabileceklerimi hatırlattı. Saatin on olmasını bekledikten sonra, Selin Hanım’ı arayarak kursa katılmayı istediğimi söyledim. Başkaları için küçük, benim için çok büyük bir adımdı. “Tabii! Müsait olduğunda gel detaylı konuşalım.”Dedi. 

İşte o gün, yeni hayatımın ilk günüydü. Bundan tam beş yıl önce, sadece kendimi düşünerek verdiğim ilk karardı. Gizli olarak başladığım kursa şuan mutlulukla ve rahatlıkla gidip geliyorum. Yıllar bana çok şey öğretti. Bana yardım eden, bana bu yolda yoldaşlık yapan Selin Hanım benim için sadece Selin oldu. Hep neden bu kadar iyi diye sorarken kendime, onun da geçmişinde aynı yaralardan olduğundan habersizdim. İki insanı, özellikle iki kadını birbirine bağlayan en güçlü şey sahip oldukları aynı yaralarmış. Babasından küçük yaştan beri şiddet gören Selin, kendini ve hayatını eğitimle ve eğitmekle kurtarmış. Ben bu süreçte hayatta ayakta kalabilmek için bir erkeğe ihtiyaç duyulmadığını, eğer istersek her şeyin, evet her şeyin üstesinden gelebileceğimizi öğrendim. Bizlere dayatılan ve sırf “kadınsın” diye eksik ve güçsüz olduğumuzu düşünenlere karşı da savaş açtım. Babamdan bana yadigâr olan bastırılmış duygularım, korkularım, endişelerim, zamanla yerini daha güzel duygulara bıraktı. Elbette hala yaralarımın izlerini taşıyorum, nerden geldiğimi bildiğim için, olduğum yerin kıymetini en iyi ben biliyorum!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks