Deneme, Röportaj

ROTA YENİDEN OLUŞTURULUYOR

By

“ Türkiye’den İngiltere’ye yolculuğum gerçekten çok zor şartlarda gerçekleşti. Türkiye’den bir tır ile yola çıktım. Yolculuk 1 ay sürdü. Ağlamam, Türkiye’de vedalaşmak için sarıldığım ilk insandan başladı ve İngiltere’ye varana kadar devam etti. Bütün hayatımı değiştirme kararını çok zor verdim fakat ya Türkiye’de kalıp gerçekten baş edemeyeceğim, beni aşan siyasi zorluklarla mücadele edecektim ya da bütün hayatımı değiştirecektim. Ben bütün hayatımı değiştirmeyi ve yola çıkmayı seçtim.”

Yukarıdaki satırlar, 2004 yılında Türkiye’den İngiltere’ye 38 yaşındayken siyasi nedenlerden dolayı iltica etmiş S.Ç.’nin yola çıkış kararı ve zorlu, aynı zamanda zorunlu yolculuğunun sadece bir kısmıdır. Kendisi, Türkiye’de yaşadığı yıllarda siyasi kimlik ve politik duruşu nedeniyle ilk kez 94 yılında evinin basılması ile başlayan, 3 gün süren sorgulamalarla devam eden ve takip edilmeler ile birlikte bitmek bilmeyen bir sürecin ardından, 2004 yılında İngiltere’ye iltica etmiş ve bütün hayatını tamamen değiştirmek zorunda kalmış biridir. Peki, hangisi bu terazide daha ağır basar? Kendi ülkemiz için kurduğumuz hayaller ve gerçekleşmesini çok istediğimiz amaç ve isteklerimiz için verdiğimiz mücadelenin getirileri mi yoksa bambaşka bir ülkede daha güvende ve rahat yaşayabileceğimizi düşünerek çıktığımız yolda “öteki” olmak mı? Bütün bu süreç, yolun sonunda bizi bekleyen bilinmezlik için değer mi?

S.Ç, bindiği o tırda yalnız değildi. Giden tek tır da o değildi ve aynı zamanda tek rota İngilterede değildi. Politik sebeplerden dolayı iltica durumu tarih boyunca birçok coğrafya üzerinden gerçekleşmiştir. Türkiye, ilticaların fazla olduğu bir ülke olduğu gibi, tarih boyunca birçok farklı coğrafyadan politik sebeplerden dolayı göç etmek zorunda kalan insanlara ev sahipliği yapmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Türkiye, ağırlıklı olarak Eski Sovyetler Birliği’ne bağlı balkan ülkelerinden olmak üzere İran, Kuzey Irak ve Afrika’dan illegal işçi ve göçmenlerin iltica ettiği bir ülke olmuştur. Bununla birlikte Türkiye, 193o’larda Nazi rejiminden ve aynı zamanda 2. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın işgal ettiği ülkelerden kaçan insanların iltica ettiği bir ülke haline gelmiştir. Çoğu savaş bitiminde ülkelerine geri dönmüştür fakat rejim değişikliğinden dolayı Bulgarlar Türkiye’de kalmıştır. Türkiye’den iltica eden kesime geri dönecek olursak, özellikle İngiltere’ye yapılan ilticalar oldukça fazlaydı. Türkiye’den İngiltere’ye göç akışı, üç temel siyası olaydan etkilenmiştir. İlk olarak, 1970’lerin sonunda yaşanan Maraş Katliamının ardından büyük miktarda Alevi göçü yaşandı. İkinci olarak 1980 askeri darbesi, İngiltere’ye yoğun bir göçmen dalgası getirdi. Üçüncü ve son olarak da iltica edenlerin çoğunluğunu Güney Doğudan sığınmacı olarak iltica eden Kürtler oluşturuyor. Türkiye’den göçü teşvik eden siyasi olaylar göz önüne alındığında, 1980 darbesini izleyen otuz yıl içinde Türk vatandaşları tarafından 1 milyonun üzerinde iltica başvurusu yapılmış. (Sirkeci, 2017) Ve günümüzde hala Türkiye’den göç eden insanların sayısı oldukça fazla. Fakat politik nedenlerin dışında, daha iyi eğitim alma isteği ve gelecek kaygısı da göçü tetikleyen nedenlerden bir tanesi. British Council’ın 2017’de yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye’deki gençlerin yarısı iyi bir eğitim almak için yurtdışına çıkmak gerektiği konusundan hemfikir. Bu yüzden birçok genç eğitim planı rotasını çizerken yurtdışı planlarına öncelik veriyor. Öğrencilerin yurtdışında daha iyi bir eğitim alacağını düşünmelerinin yanı sıra, yurtdışında kalma kararlarındaki en önemli faktörlerden biri yurtdışında sistemli ve düzenli yaşam tarzı olmuştur. Sürekli değişen eğitim politikaları, kriz ortamı, baskı ve düzensizlik gibi etkenler öğrencilere göre yolu zorunlu kılan etkenler arasında.

Lise grubumuzdan yurt dışı planını gerçekleştiren ilk kişi olma unvanını kazanan Dilan Dilara Köseliören, Türkiye’de kazandığı üniversitenin iç mimarlık bölümünü yarıda dondurarak gittiği University Of Arts London’da geçirdiği iki senesini “burada “ben söyleyeyim sen yap” anlayışından ziyade “sen düşün, yap, ben sana ihtiyacın olduğu noktada yardım edeyim” anlayışı daha yaygın. Türkiye’deyken potansiyelimin kırıldığını hissediyordum fakat burada potansiyelimi keşfetmeme yardımcı oluyorlar. Türkiye’de iç mimarlık okuduğum dönemde sanki iç mimar değil de müteahhit yetiştiyorlarmış gibi hissediyordum. Burada eğitim daha zor, İstanbul’da görece daha kolaydı fakat buna rağmen benim oradaki ortalamam İstanbul’da üç yıl boyunca 0.30 civarında seyretti. Burada her şey daha yoğun, dersler daha zor, daha ağır fakat ortalamam 3.50 – 4 arasında seyrediyor. Belki notlar, ortalamalar çok önemli değil ama ben burada hem bir öğrenci olarak, hem sanatçı olarak hem de bir insan olarak daha çok değer ve saygı gördüğümü hissediyorum ve emeğimin karşılığını aldığımı görmek beni tatmin ediyor. Özgüvenim buna paralel olarak arttı.” şeklinde özetliyor. Öğrenciler dışında, ebeveynler de çocuklarının yurt dışında okumasının kendileri ve gelecekleri için daha faydalı olabileceği kanaatinde. İngiltere’ye iltica ettikten sonra Türkiye’ye dönme planı yapan S.Ç “Dönmeyi çok düşündüm fakat şimdi bir çocuğum var ve onun da geleceğini düşünmek zorundayım. Burada eğitim görmesini istiyorum ve Türkiye’ye dönme kararını vererek ona haksızlık etmek istemiyorum” diyor.

Bütün bunların dışında, birçok neden ve amaç uğruna çizilen bu yol planlarının bir diğer ucunda kalan bir kavram var; “ev”. Birçok insanı yola çıkmaktan alıkoyan, geriye dönüp baktığında en çok içini burkan kavram. Benim için de öyle. Gelecek planlarımın rotasını yurt dışına çizerken elimi en çok titreten şey kalemin ucunu evden çok uzağa götürmek. Bu yüzden röportaj yaptığımda bu kelimeye özellikle odaklandım. “Sadece evini özlediğinde yoldan nefret edersin” demiş The Passenger “Let Her Go” şarkısında. Yola çıkmak zorunda kalanların yoldan en çok nefret etmesinin sebebi bu mudur? İngiltere’ye ilticasının ardından 8 yıl boyunca Türkiye’ye girişi yasaklanan ve İngiltere’yi hala bir “ev” olarak benimseyemeyen S.Ç. “Eğer Türkiye’ye daha sık gidip gelebilseydin oraya alışman daha kolay olur muydu?” sorusu için “Sanmıyorum. İngiltere’ye daha zor alışırdım ve hatta bir daha dönmeyebilirdim. Daha genç gelseydim belki alışırdım ama 38 yaşımda geldim ve hala adapte olamadım. Yasağım kalktıktan sonra, yani 8 sene sonra Türkiye’ye gittim ve Türkiye’ye de adapte olamadım. Geri dönmeyi düşündüm fakat aslında Türkiye’de yaşamak daha zor, burada devlet bizim için birçok yardım sağlıyor” yanıtı verdi.

Bunun yanı sıra Londra’da eğitim hayatına devam eden Dilan, “Londra benim aşina olduğum bir şehirdi, fakat şimdi burada yaşayan, hayatını kurmaya çalışan biri olarak yolları, sokakları, semtleri tekrar keşfediyorum. Statüm bakış açımı değiştirdi. Artık İstanbul’a döndüğümde ailemin evinde bir misafir, İstanbul’da bir turist gibi hissediyorum. Benim İstanbul’da evim dediğim şey oradaki ailem, arkadaşlarım. Bütün anılarımız orada, ben artık İstanbul’a dönmek değil arkadaşlarımın buraya gelmesini istiyorum. Burada da anılarımız olsun istiyorum.” Dilan’ın ev için söyledikleri, v-eğrisi görüşünü kanıtlar nitelikte. Bu görüşe göre, Avrupa ülkelerinden gelmeyen öğrencilerin uyumunun v-eğirisi oluşturduklarını, ilk aylarda morallerinin düştüğünü ve daha sonraki aylarda yükseldiğini e bir yılın sonuna doğru ise tamamen bulundukları ülkeye uyum sağladıklarını belirtmektedir. Yani hem bir bakıma kendi isteğiyle gitmiş olması, hem de yaşı onun bulunduğu ortama daha kolay uyum sağlamasına yardımcı olan etkenler arasında.

Bununla birlikte, tıpkı Dilan gibi eğitim hayatına yurt dışında devam etmeye karar veren Erim B. “Eğitim, benim yurt dışı kilidini kolayca açmaya yarayan bir anahtar gibi oldu. Lisans eğitimimi tamamladım ve oldukça başarılı bir öğrenci olduğum için yüksek lisans için Avustralya’dan kolayca kabul aldım. Fakat benim derdim gerçekten eğitim hayatıma devam etmek miydi? Hayır. Çizdiğim bütün yanlış yolları yeni bir sayfa ile telafi etmek benim çabam. Ve bunu üzeri çok fazla karalanmış bir sayfada, haritada yapamazdım. Türkiye sınırları içerisinde çizeceğim yeni bir rota benim için daha iyi olmayacaktı, işleri orada fazlasıyla mahvettim. Peki, bütün bunlardan sonra Avustralya benim için yeni bir ev mi? Olmasını istemiyorum. Çünkü ev kelimesinden, insanların içine inşa ettiğim bütün evlerim yıkıldığında nefret ettim. Benim her evim başıma yıkıldı, artık ne birilerinin içine evler inşa etmek istiyorum, ne de somut anlamda dört duvar arasında boğulmak istiyorum. Yola çıkmak zorundaydım ama bu zorunluluk bir yere gitme zorunluluğu değil bir yerden kaçma zorunluluğuydu. Bir yerde olma zorunluluğum yokmuş gibi hissediyorum o yüzden yollar bana çok kısa artık, geri dönüş yolu hariç. ” diye tanımlıyor ev ve yol kelimelerini. Aslında Dilan’dan farklı olarak Erim ve S.Ç için yolu zorunlu kılan sebep varış noktasında onu bekleyenler değil, çıkış noktasında bıraktıklarıydı. Fakat Erim, geride bir ev bırakmamıştı. En azından kendisi bu şekilde tanımlıyordu. Yola çıkmak zorunda olması onun için bir bakıma kesindi, fakat aynı zamanda varış noktasında bulacaklarının bıraktığı yerden daha kötü olamayacağını da biliyordu. Geride bıraktığı herhangi bir şey olmadığı için “geriye dönüp bakmıyorum bile, bir boşluğa neden bakarsın ki” diyor geçmiş yaşantısı ve ülkesi için.

Bana göre aslında insanları yola çıkaran sebepler bir bakıma ortak görünüyor. Çizemediğimiz rotalar gözümüzü uzağa çevirmemize neden oluyor. Bazen geride kalanları özleyeceğini düşünerek, yeni hayata uyum sağlamanın zorluğunu hesaba katarak ilk adımı atmaya korkabiliyor insan. Ya da yol kelimesine iyice kinleniyor. Fakat bir süre sonra yıllarca kök saldığın yerden uzaklaşınca aynı toprağa geri dönmek bile yabancıymış hissettirebiliyor.

Çıkmak zorunda kaldığımız yollar, düşündükçe bazen endişe, bazen umut, bazen merak uyandırıyor. Fakat zorunluluklar, çoğu zaman bizi yolumuzdan alıkoyamıyor. Bazen yukarıda bahsedilen terazide ağır basan şey sadece kendimiz ve geleceğimiz için kurduğumuz hayaller ve istekler olabiliyor. Eğer mutluluğun, huzurun ya da keyfin uzaklarda olduğunu düşünüyorsa insan, ne olursa olsun çıkmalı yola. “Yaşamak şu hayatta en nadir rastlanan şey. Çoğu insan yalnızca var, o kadar” demiş Oscar Wilde. Yaşam dediğimiz şeyin sadece temel ihtiyaçları karşılamak ve günü tamamlamanın genel yargı olduğu bu topraklarda gerçekten yaşamayı isteyen herkes kendisi için, daha iyisi için yola çıkmaktan korkmamalı. Bizden yalnızca var olmamızı bekleyenlerden olabildiğince uzaklaşmalı, nadir olanı gerçekleştirmeli ve gerçekten yaşamalıyız. Bu yüzden James Joyce ’un da dediği gibi “Sana benim neyi yapıp neyi yapmayacağımı söyleyeceğim. Artık inanmadığım hiçbir şeye hizmet etmeyeceğim: adı ister yurt, ister ata toprağı, ister kilise olsun. Kendimi yaşamın ya da sanatın kipleri aracılığıyla, olabildiğince özgürce ve bütünlükle ifade etmeye çalışacağım. Bu esnada kendimi savunmak için kullanacağım yegâne silah sessizlik, sürgün ve zekâ olacak.”

KAYNAKÇA

British Council. (2017). Next Generation Türkiye. Dijital İletişim.

Anna-Brita Stenström, A. M. (2009). Youngspeak in a Multilingual Perspective. John Benjamins Publishing.

Aysıt Tansel, N. D. (2004). Türkiye’den Yurtdışına Beyin Göçü: Ampirik Bir Uygulama. Ankara: Middle East Technical University Economic Research Center.

Erdoğan, E. (2017). TÜRKİYE’DE GENÇLERİN İYİ OLMA HALİ. Habitat.

Russell King, M. T. (2008 ). ‘Turks’ in London: Shades of Invisibility and the Shifting Relevance of Policy in the Migration Process . Sussex: University of Sussex.

Sirkeci, I. (2017, May 16). Migration from Turkey to the UK. Amsterdam Institute For Social Science Research: https://www.migrationinstitute.org/blog/migration-from-turkey-to-the-uk adresinden alındı

Tilburg, M. A. (1996). Homesickness: A review of the literature. Psychological Medicine.

Werber, C. (2016, September 4). The UK is weirdly terrified of immigration from one specific country. Quartz: https://qz.com/773676/the-uk-is-weirdly-terrified-of-immigration-from-one-specific-country/ adresinden alındı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks