Röportaj

MOZAİKTEN EKSİLEN PARÇA: KELEBEK KORSE

By

Beyoğlu eski adıyla Pera yani karşı yaka, öte anlamına gelir. İtalyan mimarisi binalar, sokaklar, dükkanlar ve pastaneleri ile Pera, İstanbul’un Batı’ya açılan kapısı olmuş. Yeni bir dünyaya açılan kapı olmuş Beyoğlu… Sadece güzelim pastaneleri, kafeleri, kitapçılarıyla değil birçok milletten insanıyla da rengarenk bir dünyaymış. O dönemin aydınları, üniversite öğrencileri yeni çıkan Fransızca gazete ve dergileri okumak, tiyatro izlemek için Pera’da alırmış soluğu. Batı sanatı, Batı müziği ve Batı kültürü İstanbul’a bir renk ve ahenk katmış uzun zamanlar.

Beyoğlu hala öyle, kendine has bir ayrıcalığı, farklılığı var. İstanbul’un yaşam ve kültür merkezi sayılabilir. Ama son zamanlardaki kentsel dönüşüm nedeniyle binalar tek tek değişiyor, tarihi dükkanlar kapanıyor, hanlar, eski tiyatrolar, sinema salonları tek tek alışveriş merkezine dönüşüyor. Şimdi Beyoğlu sokaklarındaki insan profili de farklı. Eskiden Beyoğlu sık ve nezih bir semt olduğu için Beyoğlu’nda gezmek, şarkıdaki gibi gözlerini süzmek için sık ve temiz giyimli olmak bir nezaket gereğiymiş. Oranın ruhu ister istemez benliklerde böyle bir durum yaratırmış. Beyoğlu’nda yürürken Orhan Veli ve Sait Faik’i pasajın birinde edebiyat sohbetleri yaparken, şakalaşırken görmek mümkünmüş. Gerçi şimdinin büyük yazarlarının yine uğrak yeri Beyoğlu ama bu Beyoğlu şimdi biraz başkalaşmış durumda. 

Beyoğlu dendi mi farklı şeyler algılıyoruz artık. Her yerde zincir kafelerin olduğu ya da zevksiz kıyafetlerin satıldığı, sadece popüler müziğin duyulduğu bir yer halini aldı Beyoğlu. Kültürel birikimi şehrin sokaklarında, pastanecilerinde, lokumcularında bulup duyumsarken şimdi o çeşitlilik, kültürel mozaik yok. Beyoğlu daha para ve tüketim eksenli bir yere dönüştü, dönüşüyor. Arada bir geçen nostaljik tramvay da olmasa eski Beyoğlu’ndan bir iz kalmayacak. Bütün bu süreçte Beyoğlu ile adı anılan, Beyoğlu denilince akla gelen mekanlar da hem zamana hem insana yenik düştü.

Bu kaybolan değerlerden biri ise “Kelebek Korse”. 1920’li yıllarda iki kardeş tarafından Terkos Pasajı’nda kurulan Kelebek Korse daha sonra 1936 senesinde İstiklal caddesine, esas evine taşınıyor ve hikayesi 2015 yılına kadar devam ediyor.

Bir çınar kadar köklü, Beyoğlu’nun tarihinin bir özü olan bu dükkanın eski sahibi, İlya Avramoğlu ile konuşma fırsatını buldum. Dede yadigarı Kelebek Korse’ye o da gözü gibi bakmış ve onun için çokça mücadele etmiş. Şimdilerde Bomonti Antika Pazarı’nda bir tezgah kurmuş orada işine devam etmeye çalışıyor. Pazardaki hengamenin arasında hemen dikkat çekiyor İlya Avramoğlu. Hikayesini bilen biri için aslında filmlere konu olacak bir durum var fakat bilmeyen için ise sıradan bir tezgah onunkisi. Halbuki o tezgah nice yaşanmışlıklardan, zorluklardan geriye kalan bir sembol gibi. Tüm kırgınlığı ile oracıkta yaşam mücadelesi veriyor, 100 yıllık bir mirası ayakta tutmaya çalışıyor sessizce. Tarihine hakkında daha çok bilgi alabilmek için Kelebek Korse’nin kuruluşu ve ilk yılları hakkında soru sorarak başlıyorum söyleşime.

-Kelebek Korse’nin hikayesi nasıl başladı?

-1920li yıllarda rahmetli büyük babam ve büyük amcam ortaklaşa Terkos pasajında korse malzemesi satan bir dükkan açtılar. O dönem istiklal caddesinde 15-20 tane korseci vardı ve korse üretme malzemelerin tamamı yurt dışından ithal edilirdi. O dükkanlara malzeme ithal eden bir mağaza açtılar. O dönemde Türkiye’de fabrika yoktu, her dükkan kendi malını üretir, ürettiği malzemeleri satardı. Tarlabaşı bölgelerinde atölyeler vardı, ürünler dikilirdi ve o ürünler mağazalara satılırdı. 1936 senesinde istiklal caddesine çıkmaya karar verdiler. Santa Maria kilisesine ait 20 metrekarelik bir dükkanı kiraladılar hem üretmeye hem korse satmaya başladılar. O dönem makine aldılar, kalifiye eleman tuttular. Kelebek Korse’nin başlangıcı oradan. Adımız ne için kelebek? Kadınlar bizim korsemizi giydiğinde kelebek gibi hafif hissediyorlar. Rahmetli büyük babam tarafından konulmuş bir isim. 1936 senesinden 2015’e kadar devam ettik İstiklal Caddesi’nde. Acı tatlı anılarımız. Yani 40 ila 45 senelik bir geçmişim var benim bu işte. Rahmetli babam 75 senesini verdi bu işe. Dükkana başladığı zaman 1936. 1923 doğumludur. 13-14 yasındaydı babam. Öldüğü zaman 93 yasındaydı. 85 yasına kadar bilfiil çalıştı. Yani biz yıllarımızı bu işe verdik.

-Eski Beyoğlu nasıl bir yerdi? Neler değişti?

-Kelebek Korse’nin ilk yıllarında İstiklal Caddesi daha çok ekaliyet bölgesiydi. Ben de Türk Karayım Cemaati üyesiyim. Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin çok yaşadığı bir mozaikti İstiklal Caddesi. Çeşitli milletlerden, kültürlerden insanların yaşadığı bir yerdi. Fakat bu maalesef zamanla bozuldu. Zamanında gayrimüslimlere konulan çok ağır bir vergi olan Varlık Vergisi ile başladı, birçok gayrimüslim ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Daha sonraları 6-7 Eylül olayları yaşandı. 6-7 Eylül olayları bir talandı, bizim dükkanımız çok etkilendi ama biz yine devam ettik. Bunlara rağmen İstiklal Caddesi, Kelebek Korse yıkılmadı. Ama her geçen sene gerçek esnaf azaldı İstiklal Caddesi’nde. Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan, Beyoğlu’na o ruhu veren o mozaik bozuldu. Beyoğlu’na rant egemen oldu.

– Peki Beyoğlu’ndaki esnafların birbiriyle ilişkisi nasıldı? Yani o mozaiklikten bahsettiniz ya…

-Şimdi, demin dediğim gibi size, İstiklal Caddesi nasıl bir yerdi? Hem eski Osmanlı insanlarının yaşadığı, Ermenilerin, Yahudilerin, Rumların, ekalliyetin yaşadığı çok-kültürlü bir yerdi. İnsanlar birbirlerini severdi. Bayram günleri insanlar evlerinin kapısını kapatmazdı, insanlar evlerine gelsin diye. Bir arkadaşlık bir sevgi bir dostluk vardı. Geçmişten bahsediyorum tabi. Gerçekten çok büyük bir sevgi vardı insanlar arasında. Zaten İstanbul küçük bir şehirdi. 1 milyonlu bir nüfustan bahsediyorum. Allah rahmet eylesin, benim annem Nişantaşılıdır. Şair Nigar’da otururdu. Çocukken Şair Nigar Sokağı’nda arkadaşlarıyla oyun oynarmış. Ve 2-3 saatte bir araba geçermiş. Yani bugünkü İstanbul’la o günkü İstanbul’u bir mukayese edin. Mecidiyeköy’e dut toplamaya giderlermiş. Alabildiğine ormanlık. Benim babamın – ben de inanmamıştım ama araştırdım doğruymuş – Taksim’e kurtlar inermiş. Düşünebiliyor musunuz? E tabi, İstanbul’un o günkü çehresi bambaşkaydı. İşte – ben bir milyonluk İstanbul’dan bahsederken – bugün 15-20 milyonluk İstanbul’dan bahsediyoruz. Yani yaşanması imkansız bir şehir haline geldi İstanbul. Çok büyük değişim var İstanbul’da. Ben ’61 doğumluyum, Beyoğlu’nun iyi zamanlarının sonuna yetiştim. Benim çocukluğumda “Bon Marche” diye bir oyuncak mağazası vardı. Lion, Pastelas, Zahariadis, Mayer, kürkçüler… Bir sürü korseciler, İnci Pastanesi, Lebon pastaneleri, Hacı Abdullah, Karmen Pasajı vardı. Hepsini yok ettiler. Mahvettiler hepsini. Turistler Beyoğlu’na geldiği zaman bu esnafları, bu dükkanları görmeye gelirlerdi. Şimdi ne oldu Beyoğlu’na lahmacuncu, hamburgerci ya da zincir mağazalar oldu. Ruhsuz, hiçbir ruhu olmayan zincir mağazalar oldu. Tarih yok oldu. İstiklal Caddesi’nin tarihini yok ettiler. Söyleyecek bir şey bulamıyorum. En son mağaza bizdik. Bizi de kapattılar. Yani Rebul mağazası vardı, kapattılar. İnci Pastanesi vardı, kapattılar. Hakikaten yok etmek için çok özel bir şekilde uğraştılar Beyoğlu için.

-Siz neden dükkanınızı boşaltmak zorunda kaldınız?

-Dükkanımız kilisenin mülküydü. İlk zamanlar çok iyi bir papaz vardı kilisede ve aramız çok iyiydi. Rahmetli babam çok iyi Fransızca konuşurdu, araları hep iyi oldu. Kimse bize dokunmadı. Fakat 2000li yılların başında bahsettiğim papaz vefat etti ve onların yerine gelenler bize düşmanca yaklaşmaya başladı. O dönemde Türkiye’de 10 yıldan fazla kiracı olanların tahliyesi yasası çıktı, Borçlar kanunu 347. madde. Kilise de onu kullanarak bizi tahliye etmeye çalıştı. Halbuki bizim gibi tarihi dükkanlar yurt dışında koruma altındadır, İngiltere’de 200-300 senelik dükkanlar vardır devlet koruması altında. Viyana’da bir eczane var, 1600-1700 yıllarına dayanıyor tarihi. Hiç kimse dokunamaz o dükkanlara. Çünkü eski dükkanlar o şehrin geçmişini, tarihini anımsatır. Siz o dükkanları yok ederseniz, tarihinizi yok edersiniz. Maalesef Türkiye’de böyle köklü tarihe sahip dükkanları koruyan bir yasa yok. Bu yasa çıktıktan sonra sadece Kelebek Korse değil, birçok dükkan kapandı. Cağaloğlu’nda Beceren köftecisi, Kadıköy’de Brezilya kahvesi, Beşiktaş’ta Kaymakçı Pando… bu dükkanların devlet tarafından korunması gerektiği halde maalesef korunmadılar. Ve İstanbul’un hafızasından silindiler. Bu şehrin, Beyoğlu’nun bir tarihi var, onu yok edemezsiniz.

-Dükkanı kapattıktan sonra ne yaptınız?

-Çok mücadele ettik olmadı. 15 Aralık 2015 tarihinde Beyoğlu’ndaki dükkanımızı kapattık. 2-3 aylık bir boşluğun ardından Kurtuluş, Baruthane caddesinde açtım bir dükkan. Tabi ki eski Kelebek Korse’ye benzer bir dükkan açmaya çalıştım fakat o tarih yoktu, aynı olmadı. 3 yıl direndim dükkanı ayakta tutmak için. Son yıllardaki pes peşe gelen ekonomik krizler inanılmaz derecede vurdu biz de artık devam edemez hale geldik. En sonunda da ailem için, ekmek parası için burada bir tezgah açtım. Beyoğlu’ndan pazarlara kadar geldik. Ama bakalım ne kadar devam edeceğiz. Burada da pek istediğim işler yok. Bakalım. Allah biliyor ne olacağını bundan sonra.

– Şu an nasıl işleriniz?

-Hiç. Sıfır. Bakın sabahtan beri buradayım. Bakın bütün satışları buraya yazdım. 46, 56,76, 81 lira iş yaptım. Bu da masrafım. Bunun zaten hepsi kar değil. Bu ciro, satış. Bunun yarısı kardır. 40 liralık bir kar var aşağı yukarı. Bunlar da masrafım. 10, 12, 22. İşte 15 lira, 20 lira ya kaldı ya kalmadı. Bu kadar. Bir saat sonra da gideceğim. Bu iş değil. Yani ben evde dursam çıldıracağım çünkü ben yıllarımı bu işe vermiş bir insanım, hiç olmazsa burada zamanımı ve vaktimi geçiriyorum bir şey kazanmasam da vaktimi geçiriyorum.

-Hikayeniz nasıl öğrenildi insanlar tarafından?

-Mahkeme ile başladı. Papaz bana bir tebligat gönderdi kontratınızı sonlandırıyoruz diye. Önce ben dükkan vitrinine yazılar astım, 10 yılda tahliye kiracının idamı yasasıdır, bizi sokağa atıyorlar diye. O dönemde annem ile babam yatalaktı ve ben 9 kişiye bakıyordum. Tahliye kağıdı geldiğinde kan beynime sıçradı ve ben bununla mücadele edeceğim dedim. Basının ilgisini çekti bu. Bana bir faydası olmadı bunların.

Beyoğlu, Kelebek Korse gibi köklü dükkanların, mekanların birleşiminden oluşan bir “mozaik”. İlya Avramoğlu ile konuşurken duyumsadığım o kırgınlık aslında koskoca bir semtin kırgınlığı idi. Kendi evinden, tarihinden koparılmış bir dükkan ve yok olmaya yüz tutmuş bir hikayeye tanık oldum diyebilirim. Sonra kendi kendime düşündüm: bir semtin tarihini bir zincir mağaza mı daha iyi yansıtırdı yoksa eski bir dükkan mı? Cevabı belliydi bu sorunun fakat aradaki uçurumun farkına yeni varmıştım. Beyoğlu’ndaki binaların, mekanların işgal altında olduğunu hissettim. Sanki o binalar birer iskelet ve eski, esas sahiplerinin hayaletlerini taşıyorlardı.

İstanbul dünyanın köprüsü, Avrupa ve Asya’yı, Doğu ve Batı’yı birbirine bağlayan şehir. Asırlar boyunca binlerce insan farklı medeniyetlerden gelmiş geçmiş ve giderlerken izlerini bırakmışlar. Şimdi kimliksizleşmeye doğru gitmekte. Yani mazinin izleri tek tek silinmekte. Ulaşım ve hız günümüz dünyasının tek değeri haline geldiği için güzelliklere, sanata olan duyarlılık kaybediliyor.  Zamana yayılmak, an içinde mazıyı duymak böyle semtlerde ancak mümkün olabilir. Şimdi insanlar aceleyle, yığınlar halinde, bakmadan öylesine geçiyorlar. Bir hanın o geçmişten gelen serinliğini ve kendine has kokusunu duymak, orada bir durup var olmak, sahaflarda kitap kokusunu içine çekmek ve insan sarrafı gözleriyle bize bakacak, yaşamak nedir diye bize soracak, yaşamak sanatını gösterecek yaşlı çınarlara kulaklarını tıkıyorlar. Mekanlar insanları yaratır, insanlar zamanla mekanın ruhunu yansıtmaya başlarlar. Mekanlar değişir, yıkılır, yok edilirse insanlar da zaman tüneli de hasara uğrar, zamanla yok olur, çünkü unutuş başlar. Bir koku bizi ansızın geçmişe nasıl götürürse eski bir kadife koltuk, bir piyano, kim bilir nerden getirilmiş biblonun gözleri bizi tortunun, geçmişin içine götürür. Şimdi tek tipleşen, sadece isteyen, sadece tüketen, durmayan geçip giden bir Beyoğlu var. Düzen ve harmoni kaybolmuş tam tersine bir karmaşa ve kaos var. Hikaye kaybolmuş, yüzyıllık binanın dantel mermerleri kimsenin umurunda değil. Acelemiz var, ama bu acele neden ve nereye varmak amaç belli değil.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks