Çevre, Röportaj

EKOLOJİK DENGENİN ZİNCİRİ KUŞ GÖZLEMCİLİĞİ

By

Doğa, bizim şehir hayatının karmaşıklığından kaçıp yalnız kaldığımız tek yer.

İstanbul’da yaşıyoruz. Yani betonlarla çevrili, gökyüzünden ve gökyüzünün vaatlerinden uzak. Araba egzozlarından çıkan gazlar her yeri sarmış, yüksek binalarla örülmüş şehir. Neredeyse her yerinde ekolojik kıyım baş gösteriyor.

Aslında bu kadar karamsar giriş yapmak istemezdim ama konu doğayla kıyas olunca bunları söylemek ve duymayı sağlamak gerekiyor. 

Şehrin iki yakasının (Avrupa ve Asya yakası) hangisinde daha çok huzurlu oluyorsun diye sorarsanız Asya derim. Çünkü arabayla yolculuk ederken birinci köprüden geçtiğiniz zaman Avrupa tarafından Asya’ya geçiyorsanız gözünüze yemyeşil alanlar çarpıyor.  Aynı durumu Avrupa yakasına geçerken yaşayamıyorsunuz. Çünkü Avrupa yakasındaki devasa yapılar aralarda kalan yeşil alanları kapatmış durumda. Açıkçası kocaman plazalar ve bina yığınlarıyla doldurarak yeşilin hiçbir tonuna alan tanımadığımız bu kalabalık şehirde, doğayla baş başa kalacağımız yer neresi olabilir diye düşünüyorum. Aklıma ilk gelen yeşil alanlar, yeni yapılan suni millet bahçelerini saymazsak ki doğallıktan çok uzaklar, Sarıyer ve Beykoz öne çıkıyor. Bu bölgeler şehrin merkezinde olmayan, İstanbul’un diğer ilçelerine göre tenha kalan, nüfusu çok yüksek olmayan yerler. Yine de doğayla iç içe olabileceğimiz yerleri düşünürken elimizde neredeyse bir avuç yer kaldığını fark ediyorum. Acaba zamanında doğaya sahip çıksaydık, ona samimi davransaydık şu an doğada kıtlık çeker miydik? Hiç sanmıyorum. 

Doğanın pek çoğumuzun hayatındaki yeri beklentisiz bir şekilde huzur. Onunla baş başa kaldığımızda birçok şey keşfedebiliyoruz. Doğadaki başka canlıların türlerini keşfetmek ya da doğal harikaları gözlemlemek gibi. Başka türleri keşfetmenin spesifik bir örneği de kuş gözlemciliği yapmaktır.

Kuş gözlemciliği, avcılık yapmanın aksine ekolojik dengeyi koruyarak türlerin gözlemini yaparak ve kuşların doğal geçit yollarını belirleyerek onlara dikkat çekerek yapılan bir etkinlik. Bunu yaparken doğaya asla zarar vermiyoruz. Doğanın bizden istediği yalnızca bizim düzenini bozmamamız. Hepimiz biliyoruz ki insanoğlunun menfaatleri yeri geliyor doğanın bile önüne geçebilecek kadar bencilce olabiliyor. 

Doğa ile menfaatin ne ilgisi olabilir? Çok ilgisi olabilir. Üzerinde yaşadığımız bu büyük şehir her gün bir yenisi eklenen mega projelerden geçilmiyor. Bu projeler gerçekleştirilirken mutlaka doğayı dejenere edecek bir işlem uygulanıyor.  İnsanın açgözlülüğünü, tüketim çılgınlığını, cebini doldurma merakını, bugün “daha iyi” yaşamak için gelecek kuşakların geleceğini nasıl çaldığını görüyoruz. Örneğin kuşların göç yollarının olduğu bölgeye havalimanı inşa etmek kuşların habitatına zarar veriyor. Yüz yıllar boyunca göç etmek için kullandıkları güzergâhı engellemeye çalışmak biyolojik yapılarına ters geliyor. Kaldı ki uçakların iniş ve kalkış anlarında ciddi tehlike yaratabilecek boyutta engeller çıkabiliyor. Çevrecilerin, uzmanların binlerce kez uyarmasına rağmen kişisel çıkarların bilinçli davranmanın önüne geçmesi tahribatı meydana getiriyor. Doğanın etkileşiminden bize düşen payına sahip çıkıp, onu yok etmeden dünyanın bize sunduğu mirasa sahip çıkmalıyız.

Mirasa sahip çıkmak demişken, kuş gözlemciliği doğanın bize ne büyük bir güzellik armağan ettiğini ve kendi ellerimizle sonunu hazırladığımız bu güzelliği yani doğayı sonsuza dek kaybetmememiz için de acilen önlemler almamız gerektiği gerçeğini adeta bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Kuş gözlemciliği en basit haliyle yani amatör bir şekilde de yapılarak doğayla tanışıklığa kapı açıyor. Gökyüzünde bir kuş görüyorsunuz, fotoğrafını çekip türünü araştırıyorsunuz ve online ortamda data olarak kayıtlara geçiyor. Bu bilgiler kuş türleri içerisinde tükenme tehlikesi ile karşı karşıya kalanlar için önceden veri toplamada kullanılabiliyor. Bu yapılan katkıyla da kuş gözlemciliği aracılığıyla çevredeki ekolojik döngüye yardımcı olunabiliyor. 

Şimdi bende bu merak, bu konuya ilgi nerede başladı onu anlatmak istiyorum. Kuş gözlemciliği maalesef ülkemizde dikkat çeken boyutta değil. Zaman zaman göç mevsimlerinde haber yapılsa da akademik alanda ve hobi bakımında göze çarpmıyor. Benim bu alanla tanışıklığım aslında bir tesadüf üzerine gerçekleşti.

Geçen yıl en çok takip ettiğim kanallardan birisi olan İz Tv’yi seyrediyordum. Kuş gözlemciliği hakkında bir belgesel vardı. İlgimi çekmişti çünkü her gün yeni bir heyecanla keşfedebileceğiniz kuş türlerini tanıma imkânı buldum. Klasik hayvan belgesellerinde daha spesifik türler üzerinden programlar yapılıyor. Ama kuş gözlemciliğinde birçok türü aynı program içerisinde görebiliyorsunuz. Bu özelliğinin onu diğer belgesellerden ayıran önemli bir fark olarak karşımıza çıkması etkileyiciydi.

Aslında bu konuya ilgi duymanın ötesinde bu işi yapmak da ilgi duymak kadar kolay ve zevkli. Şöyle ki hemen hemen herkes çevresiyle olan etkileşimini ortaya çıkarırsa kuş gözlemcisi olabilir. Çünkü amatör şekilde yapılması da teşvik edici gelebilir.

En basit şekliyle bir kuş gözlemcisi olabilmek için duyularımızı etkili kullanmalıyız ve kuşların biyolojik yapısı hakkında bazı temel bilgilere sahip olmalıyız. Örneğin kuşlar harekete çok duyarlı hayvanlardır. Gözlem yaparken onları ürkütmeden üzerinde çalışmak gerekir. Tabii ihtiyaçlar bunlarla sınırlı değil temel ekipmanlara da ihtiyaç duyuluyor. Kuş gözlemciliği hakkında detaylı araştırmalar yapan Doğa Derneği bana bu çalışmada yardımcı olan kurum. Kurumda çalışanlarla yaptığım fikir alışverişi bana bu yazımda katkı sağladı. Doğa Derneği kuş gözlemciliği için gerekli olan malzemeleri şöyle sıralıyor: Bu işe yeni merak duyan ve başlangıç seviyesinde olanlar için kuşlar hakkında rehber bir kitap, dürbün ve not defterinin yeterli olacağı ifade ediliyor. Sonrasında bu işe gerçekten ilgi duyan ve bir hobi haline getirmek isteyenler için dürbün, rehber kitap, not defteri veya e-kuşbank, teleskop, giyim, çanta gibi bazı temel ekipmanlar öneriliyor. Davranış, konuşma kuşlara yaklaşım, yaşam alanları, ışık, duyuları kullanabilmek, pratik yapmak, kuşların davranışlarını kavramak, sağlık ve güvenlik üzerinde durulması gereken konular olarak belirlenmiştir. 

Çalışmamı yaparken kuş gözlemciliği yapan Uygar Özdemir ile röportaj yaptım ve bana kuş gözlemciliği hakkında bilgilendirici cevaplar verdi. İlk olarak ona kuş gözlemciliğinin nasıl olabileceğini sordum her şey bununla başlamalıydı. “Kuş gözlemciliği için formal bir eğitim yok aslında. Ama üniversitede lisans biyoloji bölümünde ya da mitoloji bölümündeki bilimsel çalışmalar yapan insanlar da kuş gözlemcisi oluyorlar. Farklı meslekte olup ama kuş gözlemciliği yapanlar doğa ile olan ilgisi üzerinden başlıyor. Ve bu konudaki deneyimli insanlarla beraber kuş gözlemciliği yapa yapa öğreniyor. Bunun en temel yolu şu: Kuş gözlemciliği için uygun materyal edinmek. Bunlar; dürbün ve bir kuş rehber kitabı. Yaşadığınız bölgedeki kuşları tanımlayan, yapılarını, seslerini, göç davranışlarını, beslenmesini, üremesini anlatan basitçe kitaplar var. Bunlardan birini temin etmek, uygun kıyafet giyip kuş gözlemi yapılabilecek alanlara gidip kuş gözlemi yapıp, dürbünde gördüğünüz kuşu kitaptaki kuşlarla bulup teşhis etmek. Bu şekilde başlıyor. Sonra bu verileri bir sistem var oraya geçiriyoruz. Kabaca kuş gözlemciliğine böyle başlanabilir.” 

Diğer merak ettiğim soru ise bir kuş gözlemcisinin bu konuya ilk ne zaman merak duyduğuydu. “Doğayla ilgilenmeye başlamıştım ama doğayla nasıl temas kuracağımı ve doğayla nasıl bir çalışma yapacağımı çok netleştirmemiştim. Sosyal medyada Doğa Derneği’nin doğa okulu diye bir kuruluşu var. Orada kuş okulu olduğunu gördüm. Klasik okul mantığından çok farklıydı. Oraya gittim ve bize orada kuş gözlemciliği hakkında teorik dersler verdiler. Sonrada bir gün araziye çıkıp Gediz Deltası’na gidip kuşlara bakarak, gördüğümüz kuşları kitaptan karşılaştırarak hangi tür olduklarını öğrendiğimiz bir eğitim aldık. Bu bilgiye sahip olmak yeterli. Ondan sonra kendi başına gözlemleye gözlemleye, bilmediğin türleri daha deneyimli olan insanlara sorarak öğreniyorsun. Benim ilgim böyle başladı. Kuşlara çeken şey o kuş okulu fikriydi. Kuş okulu nasıl olabilir diye düşünmüştüm. Meğerse kuş gözlemciliğiymiş. Kuş gözlemciliği hakkında haber bakarken, bir haber dikkatimi çekmişti. Kuş Araştırmaları Derneği’nin yaptığı değerlendirmeye göre İngiltere’de 6 milyon civarı kuş gözlemcisi varken Türkiye’de sadece yaklaşık 1000 kadar gözlemci var. Ve bu rakam oldukça düşük bir rakamdı.  Bunu neye bağladığını sordum.

“Bizim ülkemizdeki insanlar doğaya, doğayla temas kurma biçimine şöyle yaklaşıyorlar: Doğa faydalı mı değil mi bize? Ondan bir kazanç elde edebilir miyiz, edemez miyiz? Kuş gözlemciliği temelde böyle bir şey değil aslında.  Doğada nitelikli zaman geçirmek ve doğadaki türlerle daha nitelikli temas kurmak için. Mesela o verileri avcılara yorumlatmak Türkiye’de kayıtlı yaklaşık 300 bin avcı var. Ama milyonları geçecek kadar kayıt dışı avcı var. Bizde insanlar gözlemcilik yerine avcılık yapmayı tercih ediyorlar. Şöyle bir şey söyleyebilirim: Türkiye’de son yıllarda kuş gözlemciliği değil ama kuş fotoğrafçılığı çok fazla gelişiyor. Bunun çok büyük bir altyapısı da oluşmaya başladı. www.trakus.org diye bir sitesi de var bunun. Kendi üyelerinin olduğu. Aslında oradaki akışta önce doğaya avcı olarak giden insanlar ‘ya artık hayvanları öldürmeyelim deyip bunun yerine ne yapabiliriz’ diye düşünerek tüfek yerine fotoğraf makinesini koyuyorlar. Böyle bir dönüşüm var. 

Kuş gözlemciliği aslında çok daha bunların ötesinde bir şey. Çünkü gözlem yaptığınızda merak ettiğiniz şey kuşun yaşamı ve davranışları. Onu kaybetmiyorsunuz onu kendi habitatında görüyorsunuz. Kuş gözlemciliği aynı zamanda ornitoloji ve belli türlerin özellikle nesli tükenmekte olan türlerin yaşamasını ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için kurulan bir faaliyettir. Doğa koruma çalışmalarının da bir parçasıdır. Türkiye’de neden bu kadar az kişi kuş gözlemciliği yapıyor? Çünkü insanlar doğayla kurduğu ilişkide en başta belirttiğim gibi mutlak bir çıkar bekliyor. Kuş gözlemciliğinde ise böyle bir ilişki yok. Ben en temel sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. Ve insanlar bilmiyorlar kuş gözlemciliğini, böyle bir şeyin nasıl yapılabileceğini. Kuş gözlemciliği deyince zor bir teknik olduğunu, ekipmanlara bir sürü para harcanması gerektiğini zannediyorlar ama öyle değil. Gökyüzüne baktığınız her an, herkes kuş gözlemciliği yapabilir aslında.”

Ayrıca konuyla ilgili görüşlerini aldığım İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Öğr. Gör. Ergün Bacak yaptığım röportajda dikkat çekici bilgiler paylaştı:

“Kuşlar ekolojik dengenin en hassas göstergelerinden biri olarak kabul ediliyor, özellikle birçok tür için. Çünkü bazı kuş türleri spesifik alanlarda daha özelleşmiş habitatlarda yaşarken bazı kuş türleri de doğada ekolojik dengenin sürmesi için en önemli şeyleri yapıyorlar. 

Örneğin akbabaları ele alırsak onlar doğanın çöpçüleridir. Doğanın en büyük ayrıştırıcılarından biridir akbabalar. Şöyle düşünebiliriz: Yeterli kurt popülasyonu olmadığı alanlarda akbabalar diğer hayvanlar hastalık kapmaması için diğer leşleri ortadan kaldırıyorlar. Bunun araştırmasını yapmışlardı, özellikle son yıllarda kullanılan bazı evcil hayvan ilaçları var, hayvanları iyileştirmek için bazı antibiyotikler kullanılıyor hayvanlarda. Fakat o evcil hayvanlar öldüğü zaman akbabalar yiyor ve zehirlenerek ölüyorlar. Hatta son 10 yılda, 20 yılda akbaba türlerinde yüzde 90 oranında popülasyon azalmasına neden oluyor dünya çapında. 

Hindistan’da bir araştırma yapıldı. Yapılan araştırmaya göre akbabaların popülasyonu çok fazla azaldığı için ölmüş hayvanların leşlerini köpekler yemeğe başlıyor. Köpekler yediği içinde kuduz vakalarında yüksek bir artış oluyor. Ve on yıl içerisinde birkaç milyar dolardan fazla Hindistan’a maliyeti oluyor bunun. Şöyle karşılaştırma yapabiliriz. Bizim ülkemizdeki dev projelerin bütçesini karşılayacak kadar. Sadece akbabaları koruyarak hastalığın yani kuduzun yayılmasını engellemiş oluyorsunuz. Köpek popülasyonunu dengede tutuyorsunuz. Her şey birbirine bağlı. 

Öbür taraftan alakarga gibi Türkiye’nin her yerinde yaygın ve bilinen bir kuş türü var. Özellikle kestanelerle, meşe palamutlarıyla besleniyor. Bu alakarganın en büyük özelliği besinleri gömüp kıt zamanlarda tekrar o besinleri çıkarması. Unuttuğu meşe palamutlarının çoğu gömülmüş meşe palamutu oluyor. Ve hayvanlar tarafından yenilmediği için yeni bir vejetasyona çıkmasına neden oluyor. Yani bu da istemsiz bir şekilde de olsa vejetasyona katkıda bulunmuş oluyor. Üst seviye türlerin, biraz daha etçil şahin, kartal gibi türlerin korunması kendiyle beraber altındaki popülasyonun korunmasını gerektiriyor. İstanbulda yapılan mega kent projeleri kuş gözlemciliğini özellikle de kuş göçlerini etkiliyor.

Türkiye batı palearktik bölgenin yani Avrupa, batı Asya, Kuzey Afrika’nın içinde bulunduğu en önemli göç yollarından biri. Örneğin Cebeli Tarık üzerinden, İtalya ve Malta üzerinden geçiyorlar. En önemli göç yollarından biri, Türkiye’nin üzerinde bulunduğu coğrafya. Özellikle Doğu Avrupa’nın göçmen kuşlarının çok büyük bir kısmı, neredeyse tamamının yakını Türkiye üzerinden geçiyor. Diğer taraftan Rusya bozkırlarında yaşayan pek çok kuş Artvin civarından Çoruh Vadisi’nden geçerek Afrika ile Avrupa arasındaki göç yolunu tamamlıyor. Özellikle süzülerek geçen kuş türleri vardır. Şahin, kartal, leylek gibi büyük kanatlı olup sıcak hava akımını kullanan kuşlar. Bu kuşlar denizleri geçmeyi tercih etmiyorlar. Çünkü sıcak hava akımı onların enerji harcamasını engeller. Kendilerini sıcak hava akımına bırakıp yükselirler. Kilometrelerce minimum enerjiyle giderler. Ama sıcak hava akımı karalar üzerinde oluşur. O zaman dar boğazları geçmeleri gerekiyor. Her sene özellikle sonbaharda 1 milyona yakın leylek geçiyor İstanbul’dan. İşin kötü tarafı bu mega projelerde şöyle bir şey var. İlkbahar göçünde kuşlar İstanbul’un kuzeyini tercih ediyorlar. Karadeniz’i görünce karşılarına deniz çıkıyor, kıyı boyunca devam ediyorlar ve İstanbul’un kuzeyinde 3.Havalimanı’na rastlıyorlar. Her sene İstanbul’un kuzeyinde 400-500 binden fazla leylek birkaç yüz bin yırtıcı kuş ilkbahar aylarında uçaklarla burun buruna geliyor. Bunlar binlerce senedir göç ediyorlar buradan. İstanbul Boğazı oluştuğundan beri göç ettikleri biliniyor. Ama artık karşılarında sürekli inip kalkan uçaklar var. Bu durum kuşlar için büyük bir risk oluşturuyor. Yönlerini kolay kolay değiştiremiyorlar. Çünkü binlerce yıldır aynı yolu kullanan artık içgüdüsel hale gelmiş onlar için. Anneleri, babaları uzun yıllardır bu göç yolunu kullanmışlar ama şimdi bakıyorsunuz onların beslendikleri habitatlar yok olmuş durumda. Ve o uçaklarla karşı karşıya kalıyorlar. Kazalar söz konusu oluyor. Ama benzer durum maalesef Atatürk Havalimanı için de söz konusu. Atatürk Havalimanı’nda da her sene sonbahar aylarında bahsettiğim o yaklaşık 800 bin leyleğin neredeyse tamamı Atatürk Havalimanı üzerinden geçerekten güneye doğru Afrika’ya gidiyor. 

Biz eskiden çalışmalar yaparken ve yine şimdi de benzer çalışmalar yaparken gerekli araştırmaları yapmadan bu çalışmaları yapmışız. Atatürk Havalimanı’nda bilgiler biraz kapalıdır, dışarıya pek verilmez. Verilmediği için bir gün içerisinde 3-4 defa leyleklere çarptığını ben içeriye gelen kaynaklardan duydum. Belki de çok daha fazlası oluyor. Yansıtmıyorlar. Şu anda 3. Havalimanında ornitolog yani kuş bilimci çalıştırıyorlar. Kuş radarlarıyla bunu önlemeye çalışıyorlar ama ne kadar önem verdikleri şüpheli. Biraz göstermelik olarak bulunduruyorlar gibi. Ama şu anda 3 kuş bilimci var kuşlar üzerine çalışan orada. Yaklaşık 5 senedir bu çalışma yapılıyor. Etraftaki sulak alanlar da kontrol ediliyor, kuşlar nasıl etkilenir diye. Özellikle yakınlarda Terkos Gölü var ve bu en önemli sulak alanlardan biri İstanbul için. Terkos Gölü ve 3. Havalimanı çok yakın. Her yıl binlerce ördeğe ev sahipliği yapıyor bu göl. Ördekler için de risk oluşturuyor uçaklar. O yüzden sürekli çalışmalar yapılıyor. Ama keşke böyle riskli bir bölgeye yapılmasaydı, başta yanlış yapıldı aslında. Çürük düzenin üstüne yapıldı. Umarım minimum kazayla, kuş kaybıyla sonuçlanır. Çünkü kuşlar binlerce yıldır orada göç ediyorlar. Biz onların göç yollarının üzerine geldik. Bozduk.’’

Özetle, kuş gözlemciliği ekolojik dengedeki zincirin bir halkası. Doğadaki uyum ve birbirine bağlı olan yaşamsal döngü devam ettikçe kuş gözlemciliği kuşlar için kalkan olmaya devam edecek görünüyor. Bu doğal dengenin korunması için mega projeler yaparken temkinli adımlar atmak, planlı davranmak, yarını ve doğayı düşünerek hareket etmek gerekiyor. 

Kaynakça

https://web.stanford.edu/~cagan/TurkceKusculuk.pdf
https://yigm.ktb.gov.tr/TR-10203/kus-gozlemciligi.html
https://www.scribd.com/document/410109406/KUŞ-GOZLEMCİLERİNİN-PROFİLİ
http://www.dogaarastirmalari.org.tr/wp-content/uploads/2016/11/kus.gozlemciligi.nedir_.pdf
https://www.trakus.org/kods_bird/uye/?fsx=@

İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi

Kuş Kitabı Editörler Emine Gürsoy Naskali Ayşe Şeker

Doğa Kartları-Kuşlar Emily Bone 

Doğa Kuş Gözlem TÜBİTAK Yayınları

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks