Deneme

AĞLAYAN ŞEHİR: İSTANBUL

By

Bir şehri keşfe çıktığımızda ilk dikkatimizi çeken şey ne olur? Bir şehir, uçakta bulutların arasından yavaşça bizi selamlarken ya da otobüsle bir şehre yaklaştığımızda yapıları ve tüm doğallığıyla bizi karşıladığında ilk izlenimlerimizi ne oluşturur? Şehrin lokasyonu, su ile olan ilişkisi ve mimari dokusu bize neler hissettirir? Bir şehrin kültürünü, hayat akışını, ürettiği ve tükettiği bütün her şeyin izlerini şehir siluetinde, doğanın mimari yapılarla olan ilişkisinde gözlemleyebiliyoruz. İnsanlık, geçmişten günümüze kendi ihtiyaçlarına cevap verecek yapılar yaparak kendi döneminin yaşayışını, izlerini tarihe kazımıştır. Birden çok uygarlığa ev sahipliği yapmış, tarihin her döneminde önemli olaylara şahit olmuş ve kendi içinde birçok kırılma, dönüşüm noktası olan İstanbul da her köşesinde bunların izini taşımaktadır.

Mimarlık temelinde bir uygarlığın, bir kültürün yaşam gereksinimlerinin, inanç sisteminin, üretim ilişkilerinin, iç dinamiklerinin dışa yansıması ve bunlara fiziksel olarak cevap vererek şekillenmesidir. Bunların hepsinin temelini oluşturan ihtiyaçların cevabı mimarlıktır. İstanbullunun kim olduğu, nasıl bir kentli olduğu ve en önemlisi nasıl bir kentli olmak istediği de bu cevabı şekillendiren en büyük etmendir. Üç imparatorluğa başkentlik yapmış ve Yenikapı’da son olarak yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan bulgularda tarihi yaklaşık 8 bin 500 yıl öncesine dayanan İstanbul, yıllar içinde birçok medeniyete ve kültüre ev sahipliği yaparken benzersiz mimari kimliğini oluşturmuştur.

İstanbul günümüzde 16 milyon nüfusuyla yaklaşık bir ülke nüfusuna ulaşmış ve çok büyük bir metropol haline gelmiştir. Metropolün getirdiği sürekli büyüyen, değişken yapı, her bir parçasında toplumsal bellek ve kültür geçmişine ait izler bulunan dolayısı ile kendini sürekli zamana göre değiştiren, süreklilik taşıyan değerlerle biçimlendirmiş mevcut kent dokularının yanında bireyin içinde yabancılaştığı kent tanımını da oluşturmuştur. Bu tanımın somut bir sonucu olarak şehirde, metropolün hızlı ve karmaşık akışından uzakta kurulan banliyö yerleşkeleri ortaya çıkmıştır. Banliyö yerleşkeleri kendi temel ihtiyaçlarını karşılayarak şehir merkezinden ayrı bir yerleşke özelliği taşıması gerekirken İstanbul şu anda banliyö kavramını ortadan kaldırarak çoğul merkezli ve sınırları tanımlanamayan bir şehir haline gelmiştir. Mimari ölçekten önce şehir ölçeğinde İstanbul’a baktığımızda 3 şehir büyüklüğünde olması mimari kimliğinin oluşmasını ve mimari anlamda bütünlüğün sağlanmasını zorlaştırmaktadır.

Mimari ölçekten şehir ölçeğine mimari bütünlüğün sağlanması bir şehre, bir sokağa eklenecek yeni bir yapının komşularıyla, şehirdeki diğer yapılarla olan ilişkisi, şehrin siluetine etkisi bakımından çok önemlidir. Çevresinde var olan mimarlık anlayışı ile uyum içinde tasarlanan yapı, bu çeşitlilik ve tarihi doku ile harmanlanmış şehir içerisinde döneminin kimliğini nasıl taşıyabilir sorusunu da beraberinde getiriyor. Çünkü günümüzde inşa edilen yapılar da 100 yıl sonra tarihi bir kimliğe bürünüp bugünün mimari anlayışını geleceğe taşıyacaktır. Yeni yapılacak olan yapıların döneminin gerekliliklerini karşılayan malzemeleri ve teknik çözümleri kullanarak kentsel bütünlüğe katkıda bulunacak yapılar bulunması gerekir. 2000 yılı aşan anılarla yüklü mekânsal zemine sahip olan İstanbul’da, yeni yapıların yapımı ve bunların bu tarihsel zemine olan dokunuşları metropol hayatının akış hızında  ihmal edilmektedir. İstanbul’da bu kontrolsüz nüfus artışının getirdiği sağlıksız yapılaşmanın şehrin genel siluetine olan etkisi çok fazladır. Bu nedenle kentsel bütünlük bağlamında, İstanbul’un tarihi kent çekirdeğini merkezileştiren onu ayıran, kenti bölen bir düzenleme çözüm olabilir.

Kontrolsüz nüfus artışının etkisini minimuma indirmek ve ekolojik dengeyi kurabilmek için şehir planlamasında şehrin mimari fonksiyonlarının, iç dinamiklerinin şehre eşit bir şekilde dağıtılması gerekiyor. Mesela Beylikdüzü’nde oturan biri Kadıköy’e iş için her gün özel aracı ile gelip gitmek zorunda kalmamalı. Bu yoğunluk dağılımı sağlandığında belki de birçok mimari sorun ortadan kalkacak ve ekolojinin korunması adına büyük adımlar atılmış olacak. İstanbul diğer Avrupa şehirleri ile karşılaştırdığımızda da bitmek bilmeyen bir dönüşüm ve yenilenme içinde. Artan nüfusa cevap vermek amacıyla bulunan bir boşlukta yeni bir yapılanma içinde olan İstanbul, kamusal alanlarını, yeşil alanlarını gitgide kaybetmiş bulunuyor.

İstanbul’un kentsel bütünlük ve kimlik ihtiyacının olması ile bu bütünlük bilincinin yeterli olmaması ekolojik mimarinin uygulanmasını zorlaştırmaktadır. İstanbul’da yıllardır süregelen mimari değişimler, büyümeler değişimin kendisi olan doğanın yararına ve gerçekten İstanbul’un sorunlarına tam anlamıyla ekolojik cevaplar verebilecek çözümler getirilmediği sürece, sahip olduğumuz bu zengin mirasın daha da zarar göreceği aşikâr.

İllüstrasyon : Mustafa Onur Durna

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Trackbacks and Pingbacks